Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, Cemaleddin Efendi  Sıdki’yi halifesi ve vekili kabul etmişti. Buna ilişkin bir belge de vermişti. Sıkça tarikat gezileri yapıyor,  şeyhinin  adına müritleri aydınlatıyordu.  Tarikatın ikinci adamı durumuna gelmişti. Öte yandan Cemaleddin Efendi de  bütün gezilerini Sıdkî ile beraber yapmaktaydı. İlim ve irfanıyla zamanında büyük saygınlık görmüş, tarikattaki hizmetleri dolayısıyla “Babalık” sıfatını almıştı.

Torunlarından Muhsin Gül'de Sıdkî hakkında önemli dökümanlar ve düzenlenmiş cönkler bulunmakta, Bu cönklerden birisi "Nasıhatname- i Sıdkî" adım taşımakta olan öğütler kitabı niteliğinde. Bir başka cönkte Şeyh Cemaleddin Efendi'nin ölümü ile ilgili söylediği ağıtlar bir araya getirilmiş. Bir başka defterde ise, Kerbela şehitleri ve on iki imamla ilgili methiyeler toplanmış.

Bir halk şairi olan ve divan şiirini de bilen Sıdkî Baba, tıpkı divan şairlerinde olduğu gibi başlı başına bir nasihatname meydana getirmişti. Dinî tasavvufi bir mesnevi olan bu eserde şeriat, tarikat, hakikat ve marifet konuları işlenmiş; bu bağlamda yapılması gereken davranışlar üzerinde durulmuş, yoldaşlara  öğüt verilmişti.

Sıtkî Baba’yı bu eseri kaleme almaya yönlendiren husus şairlik iddiası değildi. Sanat gösterisi yapmak yerine tasavvufi fikirlerini yaymak istemiş, gönülden gelen duygularını yansıtmıştı.

Günümüz söyleyişiyle, dört kapı, kırk makam, yirmi dört farz-ı unsure şeklinde şeriat, tarikat, marifet ve hakikati işlemişti. “Dört kapı, kırk makam”, tarikat ehlinin geçmesi gereken maddi-manevi aşamalardı.

Dört kapı şeriat, tarikat, marifet ve hakikatten oluşuyordu. Şeriat kapısında İslam dininin temel esasları öğretilmiş, Tarikat kapısında Bektaşiliğe girme yolları ve bir mürşide bağlanma kuralları anlatılmışıt. Marifet kapısında kâinatın sırlı bilgileri elde edilirken, Hakikat kapısında insan, Allah’a ulaşarak varlığın sırrına ermekteydi. Bu dört kapı içerisinde bulunan kırk makam, Bektaşiliğin hem dünya, hem de ahiret hayatını düzenleyen esaslardı.

Nasihatname’de bunların dışında şeriatın önemini ve  dinî görevleri yerine getirmenin gerekliliğini anlatmıştı.

 Sıdkî ile ilgili cönklerden birisini oğlu Aşık Ali Baki  düzenlemiş. Ancak, bu defterin yarısı zamanla yok olmuş. Kalan bölümünde ise, 470 şiiri yer alıyor.

Sıdkî'nın koşma, gazel, nasihatname ve diğer türlerde eserlerini içeren defterlerin torunu Muhsin Gül'de bulunduğunu öğreniyoruz.  Onun “Şeyh Cemaleddin Efendinin Aşığı Halk Ozanı Sıdkî Baba Hayatı ve Şiirleri” adlı kitabı ile 1984’de yayınlanmıştı.

Bu arada Hayrettin İvgin’in Aşık Sıdkî (Pervane) adlı, Baki Yaşa Altınok’un Sıdkî Baba Divanı adlı kitabından ve Tuğba Aydoğan’ın “Bektaşi Şairi Âşık Sıdkî Baba’nın Nasihatnamesi” adlı tez çalışmasından da söz edebilirim.

Rahmetli İbrahim Aslanoğlu’nun, Adil Özder’in, İlhan Başgöz’ün, Müjgün Cunbur’un muhtelif yazılarını da yıllar önce okuyup yararlandığımı söylemeliyim.

Sıdkî Baba ile ilgili Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından ilki 2016, ikincisi 2018 yıllarında olmak üzere iki ayrı sempozyum düzenlendi. Bunlardan birincisine ilişkin,  “Yeniceli Âşık Sıdki Baba ve Popülerlik Çerçevesinde Kültür Sanat Sempozyumu Bildirileri” kitabı yayınlandı.

Sıdkî Baba, Atatürk’ü görmüş müydü? Bilmiyorum. Ancak şunu söylediğini okuyorum:

Namıdır Mustafa Kemal-i kudret

 Sabr-ü sebat ile buldu çok nusret

 Dergah-ı Ali' den giyindi kıspet

 Oldu bu devranın baş pehlivanı

Sıdkî Baba’nın bir deyişi ile dört günlü yazılarımı bitireyim:

Aşk atına süvar olan aşıklar

Ölünceye kadar yorulmaz imiş

Hakkı can gözüyle gören sadıklar

Bu fani dünyaya sarılmaz imiş

Kiraman katibi cümleyi yazan

Berhudar mı olur doğrudan azan

Fırsat elde iken sermaye kazan

Eli boş divana varılmaz imiş

Sıdkı der yar olma kavl-i yalana

Sakın emeğini verir talana

Burda hünkar evladına muhib olana

O divanda sual sorulmaz imiş