Yüz yıl önce, tutsaklıktan kurtuluşu başarı ile gerçekleştirenler, hayatta değiller.  Hiç kuşkum yok ki,  Şanlıurfa’da onların torunları, aynı inanç ateşinde pişmiş, aynı yiğitlik örsünde döğülmüş birer pulat gibi gerekirse aynı  uğraşıyı verecek güçtedir.

Şimdi İbrahim Tezölmez’in dizeleriyle 1919’un mart ayını yaşayalım:

“Gök lacivert, hava ağır, kurşunî bulut

Başın suya eğmiş Anzılha’da salkım söğüt

Haleplibahçe’de hazan, bülbüller sus pus

Sakıp’ın köşkünde hüzün.

Karakoyun ağlar bugün,

Cavsak ağlar, iki gözü iki dere...

Çift kubbeye konmuş de bir çift Yusufututan

İniler, der “yok mu düşmanı atan”

Ceylanlar su içmez olmuş, ıpıssız pınar

Bir gelincik içten içe kanar Karacadağ’da

Gamlıyam bugün ağey, yüreğim yanar.

.....”

Evet. Urfa, kapsam dışı kalmasına rağmen, Mondoros Mütarekesi’nin 7. maddesi bahane edilerek, 7 Mart 1919 günü (Resmi belgelere göre 24 Mart) İngilizler tarafından işgal edilmişti. İngiltere ve Fransa arasındaki Sykes-Picot antlaşmasıyla bölge  1 Kasım 1919’da Fransız işgali altına girmişti.

Düşman, üstün kuvvetlerle, silahlarda donatılmıştı. Urfalıların ise, “Cehennem olsa gelen göğsümüzle söndürürüz” inancından başka bir şeyi yoktu. Bu inanç hiç bitmedi. Çünkü, esaret Urfalıların içine sinmedi, özgürlük özlemi, coşkusu dinmedi. Giderek kükredi, şahlandı.

Müdafaa-i Hukuk Heyeti çalışmalarına hız verdi.

Savaşa kazanılınca zafer, kaybedilince kader denilir. Ama böyle bir kadere razı olamazdı Urfalılar. Hayat yalnızca yaşamak değildi. Asıl olan hür yaşamaktı.

7 Şubat 1920 akşamı İşgal Ordusu Komutanına şehri boşaltıp gitmesi için ültimatom vermişlerdi.

“......

1920 Şubat ayı, hava ayazdı

Yiğitlerin yürekleri köz, gözleri kıvılcım, gömlekleri beyazdı.

Alptiler koç yiğitler,

Yürüdüler üstüne mitralyozun

Topun tüfeğin üstüne gittiler,

Elleri mengene, kolları balyozdu;

Külaflı’da, Tılfındır’da, Ağılında Keşiş’in

Makinalı yaylımına tutuldular, düştüler,

Susturdukları yalın elleriyle mitralyozdu;

Tumbul Bakır, Ömer Neban, Muhacır Hamit’diler,

Beyaz atlarına binip gittiler...

........”

9 Şubat sabahı kuşluk vaktinde ilk kurşunu, düşman tarafı atmıştı.

Zalim kurşunların yaraladığı göğüslerden akan kanlarla, vatan toprakları kızıla boyamaktaydı. Karlı bir gündü. Tanrı gökten şehitlerimize, kar değil kefen yağdırıyordu.

Düşmanın elinde bomba vardı, bizimkilerin elinde taş. Düşman tüfekliydi, bizimkiler sopalı.  Düşmanın askeri talim görmüştü.  Bizimkilerin iman güçlerinden başka bir şeyleri yoktu.

Altmışbir gün sürdü bu kızılca kıyamet, bu şanlı direniş. Sonra, taşın bombayı, sopanın tüfeği, eski dille keyfiyetin kemiyeti, yeni dille niteliğin niceliği yendiği görüldü.

“.......

Sene 1920, aysa Nisandı,

Fransız, işgali kolaydır sandı.

Gözleri çakmak, çatal yürekli çeteler

Boynunda hamaylı, başında puşu

Vurdu bir solukta aştı yokuşu

Yürüdü üstüne üstüne düşmanın.

Böyle destan  görmedi, Nisan Nisan olalı,

Böyle pişman olmadı düşman düşman olalı.

Ey kahvesi acı, dili tatlı yiğit insanlar diyarı!

Ey Leylâ gözlü ceylanlar,

gözü kürü kahramanlar diyarı!

Attın vatandan bugün işgalciyi ağyâri

Mukaddesler uğruna can verdin bugün

Bir an bile susturmadın mübarek ezanları

Frenk diyarına denk saldın şanları

Hürriyete istiklâle şan verdin bugün

Şölenler tertiple kurulsun düğün.

Çal davulcu, çal bugün lorke, girani,

At Urfalım at bugün bâr-ı girânı 

Oynasın pîri civânı,

İnsanlarımız hep şâd olsun.

Bu memleket âbâd olsun!”

İnsanüstü olayları,  tarihin ardında sayanlar, Urfalıların mucizesini görünce, yanıldıklarını anlamışlardı. Bir kez daha anladılar ki, Türk tutsak olmaz. 9 Şubat 1920 de başlayan silkiniş, 11 Nisan 1920’de zaferle sonuçlanmıştı. Türk’ün zulüm ve zalim karşısında  kutsal başkaldırısı, geride binlerce şehit bırakarak,  şanlı bir sonla taçlanmıştı. 

Aradan yıllar geçti.  Urfa Milletvekili  Osman Doğan ve arkadaşlarının, Kurtuluş savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ili adının “Şanlıurfa” olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM’nde 12 Haziran 1984 tarihinde kabul edildi.  3020 sayılı bu Kanun, 22 Haziran 1984 tarihli ve 18439 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Bugün şehitlerimiz, huzur içinde ve birer bağımsızlık madalyası gibi can verdikleri topraklarda ve bizlerin gönüllerinde uyumaktalar.

A. Naci İpek’in anlattığı gibi; “Ağarıyor, işte, tan yeri... / Mehtap, gölde balıklara gelin gitti!/ İnce tatlı bir sabah rüzgârı / Ezelî sevgliden sevgiler, selâmlar getiriyorlar! /  Minarelerder selâ’lar yükseliyor!../ Urfa’da, /  Halilürrahman’da / Sabah oluyor! ....”sa Şanlıurfa’da  her sabah güneşin ilk ışınları, salkım söğütlerden süzülüp, göllere vuruyorsa, bu topraklar için göğüslerini hayasız bir akına siper edenlere borçluyuz.