İki günümü Sabahattin Ali’ye ayırdım. Bugün 41 yıllık kısa sayılabilecek çileli hayat yolculuğunun Sinop Cezaevine kadar süren bölümünü, yarınki yazımda da kaldığım yerden başlayıp, Bulgaristan sınırını geçmek isterken kendisine kaçma girişiminde rehberlik eden Ali Ertekin tarafından öldürülüşüne kadar olan bölümünü anlatacağım. Önce sizi bir duygu iklimine sokayım.

Sabahattin Ali, 1937 yılında, Kamyon üzerinde Beyşehir’den Konya’ya giderken bir mola yerinde amelelik yapan Sivaslı Ali’den dinlediği türkünün hikayesini yazmıştı. Sabahattin Ali’nin aktardığına göre Sivaslı Ali’nin türküsünün sözleri şöyleydi: (Ses-1937)

Döndüm daldan kopan kuru yaprağa

Seher yeli, dağıt beni, kır beni;

Götür tozlarımı burdan uzağa

Yârin çıplak ayağına sür beni

Aldım sazı çıktım gurbet görmeğe,

Dönüp yâre geldim yüzüm sürmeye,

Ne lüzum var şuna, buna sormaya,

Senden ayrı ne hal oldum gör beni.

Ayın şavkı vurur sazım üstüne,

Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne

Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne,

Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni.

Sekiz yıldır uğramadım yurduma,

Dert ortağı aramadım derdime,

Geleceksen bir gün düşüp ardıma,

Kula değil yüreğine sor beni.

Sabahattin Ali’nin hikâyesine göre, yol amelesi Ali’nin elinden tutup bir yerlere getirmek istemişti. Ama şartlar elvermemişti. Şimdi “Leylim ley” olarak bildiğiniz bu türkünün sözleri yol amelesi yirmi iki yaşındaki Sivaslı Ali miydi, yoksa bu hikâye için Ali’nin ağzından kendisi mi yazmıştı? Komplo teorisi üretmeye gerek yok. Bu sözler, Sebahattin Ali’ye yakışıyor. Ancak sizler bunu üç kıta olarak biliyorsunuz. Sözünü ettiğim 1937 tarihli Ses kitabındaki hikâyede yukarıya aldığım gibi dört kıta olarak yer alıyor.  Beste de Zülfü Livaneli adına kayıtlı. Bu türküyü ilk defa Livaneli’nin sesinden duyduk. Sevdik, yakıştırdık. Bir ara türküyü bir işret meclisinde Sivaslı Şair, yazar, çevirmen, gazeteci Aşık Veysel gibi pek çok belgeseli çeken Erdoğan Alkan’ın çalıp söylediği, Livaneli’nin de orada duyduğu gibi, sözler çıkmıştı. Rahmetli Erdoğan Alkan’ı yakın tanırdım. Mülkiye kökenliydi. Güzel saz çalar, iyi türkü söyler ve yakardı. Yaşasaydı, bu yazıyı yazmadan önce “leylim ley”i teyit ettirirdim. Ona sonsuz güvenirdim. Ama, yukarıda belirttiğim gibi, sözler Sabahattin Ali’yle beste Zülfü Livaneli ile bütünleşiyor.

Biraz Sabahattin Ali’den söz edeyim:

25 Şubat 1907 tarihinde, bugün Bulgaristan sınırları içindeki Gümülcine kazası Eğridere köyünde doğdu,
Babası piyade yüzbaşısı Ali Sabahattin Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısıyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamladı.

Edremit Yunan işgalinde olduğu için babası emekli aylığını alamamıştı. Aile çok zor günler geçirmişti. Parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na girdi. 1926 yılında İstanbul Öğretmen Okulu'ndan mezun oldu.

Sabahattin Ali, ilk hikâye ve şiir denemelerine Balıkesir'de başlamıştı. Sonra İstanbul'daki edebiyat öğretmeni Ali Canip Yöntem'in desteğiyle ilk kez Akbaba ve Çağlayan dergilerinde şiirlerini yayımlattı.

Bir yıl kadar Yozgat'ta öğretmenlik yaptı. Bakanlığın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya gitti. İki yıl okudu. Dönünce Aydın ve Konya Almanca öğretmenliği ve Devlet Konservatuarı’nda dramaturgluk yaptı.  1931 yılında bölücü propaganda yaptığı ihbarı üzerine üç ay tutuklu kaldı.

Bir süre sonra tekrar tutuklandı. Sebebi şu şiirdi:

MEMLEKETTEN HABER

Hey anavatandan ayrılmayanlar

Bulanık dereler durulmuş mudur?

Dinmiş mi olukla akan o kanlar?

Büyük hedeflere varılmış mıdır?

Asarlar mı hala Hakk’a tapanı?

Mebus yaparlar mı her şaklabanı?

Köylünün elinde var mı sabanı?

Sıska öküzleri dirilmiş midir?

Konya'da düzeni yeren iki dörtlüğünü aktardığım  şiiri okuduğu iddiasıyla tutuklandı. Bir yıla mahkum olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yattı.  1933’de Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuştu.

Sabahattin Ali Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldığı sürede Aldırma Gönül isimli şiirini burada yazmıştı. Bu şiir daha sonra Edip Akbayram tarafından şarkı olarak seslendirilmişti.

Başın öne eğilmesin

Aldırma gönül, aldırma

Ağladığın duyulmasın,

Aldırma gönül, aldırma

Dışarıda deli dalgalar

Gelip duvarları yalar;

Seni bu sesler oyalar,

Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi,

Yukarıya çevir gözü:

Deniz gibidir gökyüzü;

Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha

Bir sitem yolla Allah'a

Görecek günler var daha;

Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter

Yollar gide gide biter;

Ceza yata yata biter;

Aldırma gönül, aldırma

Sevgili dostlar yarınki yazımda Sabahattin Ali’nin Sinop Cezaevinden Bulgar sınırına kadar süren çileli yolculuğunu anlatacağım. Umarım okuyanlar ve demokrasi yolunun engelcileri bir ders çıkarır.