Kaç yıl oldu hatırlamıyorum. Oruçtan engelliyim. Bu halde iftarlara gitmeyi, yalandan iftar açmayı kendime yediremiyorum. Her yıl günlerce ramazan ayının anlamını, güzelliklerini, nostaljisini, folklorunu, ille de Bektaşi fıkralarını yazmaktan da eskilerin deyimiyle farıdım gayrı.  

Eğer yazmış olsaydım, bugün yazıma bir mâni ile başlardım:

“On dört günlük Oruç

Derdimi aldı gitti,

Rızık için endişe;

Artık beynimde bitti”

Bu da yalan. Vallahi de yalan, billahi de yalan. Rızık için endişe hiç bitmiyor. Günden güne, yıldan yıla zamlana zamlana artıyor. Haydi diyelim, beyninde bitti. Midemizde ki gurultuyu ne yapalım.

Manevi duyguların canlandığı, hoşgörü, sevgi ve kardeşlik duygularının güçlendiği on bir ayın sultanı Ramazan ayını ortaladık.  Dışarıya çıkabilseydim, tezgâhlarda hurmalar, sofralarda güllaçlar, fırınlarda pideler, camilerde mahyaların göz kırpışını görürdüm.

Kuşkusuz ayların, günlerin kendine özgü özelliği, anlamı, güzelliği var. İslâm inancına göre, en kutlusu ramazan ayı. Ramazan, ayların efendisi olarak tanımlanmış. Ramazan, manevi kirlerin, günahların yakılıp yok olduğu bir ay.

İyi güzel de, Ramazan nezaketi şu seçim atmosferinde politikacılara niçin uğramıyor? Böyle liderlerden, hocalardan böyle cemaat olur.

Ramazan, zekâtıyla, fitrelerle, iftar sofralarıyla inanç dünyamızda; gelenek ve göreneklerimizde, manilerimizde, edebiyatımızda, musikimizde, mizahımızda kök salan bir ay…

Bektaşi’ye sormuşlar: “Ramazanla nasılsın?” Yanıtlamış: “Pek iyiyiz erenler. Ne mübareği incitiyorum, ne de o fakire dokunuyor...”

Feyz aldığım manevi ağabeylerimden Tarık Binat, 19 Mart 2001’de aramızdan ayrılmıştı.  Bir şiirinde ramazanı şöyle karşılamıştı:

Onbir ayın bir sultanı,

Nurla bezenmiş her yanı,

Kula Tanrı armağanı,

Zaman kepçe, mekan kazan

Merhaba şehr-i ramazan!

 

Yılda ancak bir gelirsin,

Ufkumuzda yükselirsin,

Bize mutluluk verirsin;

Dört mevsimde bahar hazan,

Merhaba şehr-i ramazan!

 

Akan sular durulacak,

Mahyaların kurulacak,

Hayrın şerrin sorulacak,

Savum, salat, tekbir ezan

Merhaba şehr-i ramazan!       

İnsanları aydınlatmak, hak ile batılı ayırt etmelerini sağlamak için Kur'an Ramazan ayında gönderilmeye başladı. Bu ay içinde "oruç" tutmak Müslümanlara emredilmiş ve şöyle buyrulmuştu: “Sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!”

Ramazan’ın yüceliğine, oruç tutmanın güzelliğine ilişkin neler yazılmıyor ki?   “Mübarek Ramazan ayı kalbine önce bulut olsun yağmak için… Sonra yağmur olsun ilahi sevgiyi yeşertmek için…”

Ramazan gaflet uykusundan uyanma zamanı olsa gerek. Kul Himmet Ustadım’ın bir deyişini anımsadım:

 “Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün

Dünya kadar malın olsa ne fayda

Söyleyen dillerin söylemez olur

Bülbül gibi dilin olsa ne fayda

 

Sen söylersin söz içinde sözün var

Çalarsın çırparsın oğlun kızın var

Şu dünyada üç beş arşın bezin var

Tüm bedesten senin olsa ne fayda

 

Kul himmet üstadım gelse otursa

Hakkın kelamını dile getirsen

Dünya benim deyi zapta geçirse

Karun kadar malın olsa ne fayda”

Ramazan, ibadet, iyilik ve yardımlaşmanın en güzel örneklerinin verildiği, buna karşılık sevapların da kat kat kazanıldığı bir ay.

Ramazanın her günü için özel olarak maniler dizilirdi: “Haktan bize geldi ihsan, / Müşkil işler âsan, / Bu gecemiz ibtidadır, / Ey mâh-ı sultan merhaba...”

Ramazan manileri içinde birçok türkümüz de vücut bulmuş. Örneğin, bir İzmir Tire türküsü “Besmele ile çıktım yola / Selam verdim sağa sola / İki gözüm Hasan Efendi / Ramazan-ı Şerif mübarek ola” manisiyle başlıyor. Bir Antalya türküsü de “Ben beyimi uyandırdım” diye sahur ve bahşiş manilerinden oluşmuş.