Yıllardan beri siyasetle ilgimi, ilişkimi kestim. Sandık başına gider, aylarca kim ne demiş, ne dememiş umurumda olmaz. Elimi, aklımın, vicdanımın, gözümün emrine vererek, mühürü basar, zarfı sandığa atarım. Kime atarım? Eşim bile bilmez. Bir ben, bir Allah bilir.

Cumhurbaşkanlığı denilince Yüce Atatürk’tür erişilmez olan. Örnek alınması gereken… İsmet Bozdağ’ın Kervan yayınları arasında çıkan “Atatürk’ün Sofrası,” kitabının.9-36 sayfalarında bulunan “Halil Ağa” hikâyesinin son bölümünden alıntı yapacağım. Bakılım kıssadan hisse çıkarabilecek miyiz? Yüce Kurtarıcı ’ya göre asıl cumhurun efendisinin Cumhurbaşkanı mı, cumhurun kendisi mi olduğunu anlayabilecek miyiz?  

Öykü, Atatürk’ün kimliğini gizleyerek, halkın arasına girmesi ve Halil adlı tek öküzle çift sürmeye çalışan birisi ile sohbet etmesiyle başlar. Atatürk’ün ne sorduğu Halil ağanın ne yanıt verdiğini aktarsam, yazıma sığmaz.

O akşam Atatürk’ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’dan oluşan yirmi beş konuk vardı.  Atatürk,

 “Bu akşam soframıza efendimiz gelecek” dedi. “Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum.”

Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk’ün kulağına bir şeyler söyledi.

Atatürk, “Buyursun!” dedi.

Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa’nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da.

Nuri Conker, Halil Ağa’yı Atatürk’ün sağ başına oturttu, kendisi de yanındaki sandalyeye geçti.

Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker’le birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa’yı, bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra şöyle dedi:

“Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım, Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak.”

Halil Ağa’ya döndü:

“Bak beri, Halil Ağa.” dedi. “Sen bu akşam benim başmisafirimsin. Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra sana hiç bir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. İşte soruyorum: ’Bakıyorum sabanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?’

Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk’ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi:

“Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver.”

Halil Ağa ezilde, büzüldü. Ama Atatürk her şeyi olduğu gibi anlattırmaya kararlıydı. Anlattırdı da. Atatürk zorlayarak Halil Ağa’ya Vali için dediklerini, İsmet Paşa için “O sağırın sağırı bizi işitmez,” dediğini tekrarlattı. Kendisi için “Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri’ demeye getirdiğini de anlattırdı. Sonra Halil Ağaya şöyle seslendi:

“Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet… Yani biri başbakan, ötekilerde Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen sıvanırlar, İsviçre’den mi olur, İtalya’dan mı olur, Fransa’dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe ’ye çevirtirler, sonra basıp imzayı gönderirler Türkiye Büyük Millet Meclisine… Bu Millet Meclisi dediğim, şu alt baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlar da ‘hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok’ derler ve kaldırırlar parmaklarını olur sana bir kanun!. Âmâ sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa’nın öküzünü çeker, satar… Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış, kimin umurunda… Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil Ağa… Sen benim yerimde olsan, efkâr dağıtmak için, bunları bu beylerle konuşmak için içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana ’sarhoş’ der…”…..

Halil ağa ısrarlara rağmen sofrada kalıp yemek yemedi.

“Yemek kolay… Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim,” dedi. Önce Atatürk’ü, sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi. Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklara döndü:

“Efendimizin halini gördünüz mü beyler?” dedi. “Devlet size böyle davransa siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu… Şimdi bu adam milletin karşısında ‘adam olmak’ da bize düşüyor!”