Dün unutulmaya yüz tutan imece geleneğinden söz ettim. Bizim doğal hayatımızda, kırsal kesimimizde, kadın erkek ayrımı yoktur. Kadın ve erkek birlikte çalışır, birlikte üretir, birlikte üretmenin hazzını yaşar. Kuşkusuz, kadınlara özgü işler, erkeklere özgü işler vardır. Bu iki işe örnek vereceğim. Göreceksiniz ki, her ikisinin içinde de kadın ve erkek, kaçgöç olmadan birlikte olabilmekteler.

Dünkü yazımda imece işlerinden söz ederken yün kırkma, dedim. Komşular arası yardımlaşmanın, imece ruhunun en güzel örneklerinden biridir kırkım işi. Koyunlar “kırkılık” adı verilen özel bir makasla kadın ve erkekler tarafından birlikte kırkılır. Hayvanlar toz, toprak ve gübre içinde dolaştıkları için, alınan yapağılar kirlidir. Dere ve ırmak kenarlarında yine elbirliği ile yıkanıp kurutulur. Yünler kurutulduktan sonra, sonbahara doğru yün tarama imecesi başlatılır ki, bu iş genç kızların işidir.

            Geliniz, göreneklerimizin kanadına binip de, bir köye ya da kasabaya gidelim:

            Yünü taranacak olan ev sahibinin genç kızı veya gelini gündüzden bütün kız sahibi evlere haber verir. Kızlar, çalışacakları evde akşamdan toplanırlar. Ev sahibi küçük bir ikramdan sonra, kızların ellerine daha önceden hazırladığı birer tarak verir. Tarak üçgen şeklinde, alt tarafı diz altında tutulan, onar santimlik tahtası olan, üstünde iki sıra çuvaldıza benzeyen sivri demirlerin bulunduğu bir araç.

            Kızlar aralarından birini yönetici seçerler. Taranacak yünler bu yöneticinin önüne yığılır. O kızlara paylaştırır. Önünde yünü biten kız haber vererek bir miktar daha alabilir. Geri kalan dalga geçen olursa, yönetici onu uyarır. Aldırmazsa elindeki uzun sopa ile kafasına  dokunur. İş görülürken, türküler, maniler birbirini izler:

            “Yün taradım taradım/ Ben dengimi aradım. / Dengimi buldum ama, / Anamı kandıramadım..  /

            “Yün olur yumak yumak / Yarim benden çok ırak. / Yeni yar buldum ama, / Gün görmemiş bir ahmak..”

            Zaman ilerleyince, çoğunun beklediği, umduğu köyün delikanlıları birer ikişer gelmeye başlar. Gelenek gereği onların yeri ayrılmıştır. Otururlar, çalışanlarıyla engel olmamak koşuluyla söyleşirler. Söyleşi öylesine derinleşirki, dalan kızların bazıları parmaklarını tarağın sivri dişleri ile yaralar.

            Yönetici kız, gözüne kestirdiği delikanlının şapkasını kaparak yün yığınının içine karıştırır. Delikanlı o topluluğa meyve veya başka soğukluk almakla şapkasını kurtarabilir. Bu şakalaşmalardan bütün delikanlılar pay alırlar. Onlar dağılıp giderken, ev sahibi imece kızlar için yemek hazırlığına başlamıştır..

            Bitti mi? Hayır, Pek çok türküye konu olan yün eğirmeden boyamaya, çıkrıktan kilim dokumaya kadar pek çok imecelik işlerden söz edebiliriz. Haydi size çıkrıklı iki mani yazayım :

            “Çıkrık benim tel benim/ Bahçedeki gül benim / Nasıl gezer ezerim / Kahyam mıdır el benim.”, “Çıkrık ince tel ince, / N’olur bize gelince / Yar dininden mi dönen, / Bir kerecik öpünce?”

            Erişte kesiminden, kuskus çevirmesine kadar, pekmez kaynatımından, bulgur kaynatmasına kadar birçok sonbahar imecesi kadınlara aittir ama, bulgur çekimi çoğu yerde erkek gücüne gereksinim gösterir :

            Harman sonu kaynatılıp kurutulan, seçilen, şoku veya seten denilen araçlarla kepeklerinden ayrılan bulgurun çekilme zamanı gelmiştir. Üzülsek de gerçek şu ki, buğdayın bulgur haline gelip, henüz çekilme aşamasından imeceler için hazırlanan buram buram kokan pilâv haline getirilmesine kadar, halkımızı birbirine bağlayan işbirliği, güç birliğinin en güzel örneği olan bu güzel gelenek ve göreneklerimiz, motorlu değirmenlerin çıkması ile bir hoş seda olarak kaldı. Bulgurların o eski lezzetinin kalmaması bilmem bundan mıdır? Ya bazı yaşlılarımızın belleğinden o günlerin anıları silinirse, bu güzel geleneklerimizi anlatan türkülerimiz unutulursa, kuşkusuz bugünkü lezzeti de kalmayacak.