Bazen kendimi çok ama çok eskilerde yaşıyormuş gibi hissediyorum.  Sonbahar geldi. Tatlı, üşütmeyen  rüzgarla doldu bahçeler.  Sabahları ısıran soğuğu saymazsak tabi. Uzun ve zorlu geçecek bir kışa bütün hazırlığını yaparak giren insanların rahatlığı var üzerimde. Sanki kar içinde kalacak ömrümüz ve bu süre içinde beyaz bir sessizliğe bakacağız üç-beş kişi. Varsayın ki ben size bu yazıyı sıcak odamda, küçük bir pencerenin önünde sonsuz ve sessiz bir beyazlığa bakarak yazıyorum.

Okuduğunuz bu yazının ismine karar veremedim bir türlü. Sonbahar dedim olmadı, hasat dedim olmadı galiba en yakışanı sonbahar adıyla kanımıza karışan hazan mevsiminin ‘’Hazan’ı’’  yapayım dedim hazan sözcüğü hüznü çağrıştırdı ve aklıma Hilmi Yavuz’un

‘’Hüzün ki en çok yakışandır bize’’

dizesi geldi; hem çok seviyorum bu dizeyi hem de bizleri en iyi anlatan dizelerden biri olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede insanlar çocuklarının adını Hasret, Hicran, Gurbet, Sıla koyuyor. Çünkü bizim sözcüklerimizin anlamları derinleşmekle kalmıyor başlı başına birer öyküye dönüşüyor. Başka diller mekanik kodlama gibi oysa Türkçe engin bir deniz benim için. Her sözcüğünden şiirler, öyküler fışkıran bir deniz.

            Şehri terk edip; küçük bir balıkçı kasabası ve ya köyüne yerleşme tuzağına  düşmeden kırsal bir alana yerleşmenin en iyi yanı 365 günlük  yılda her günü duyumsayarak yaşamak. Şehirde takvimlere bakarak anladığınız mevsimleri buralarda sararan yapraklardan çıkarıyorsunuz. Deniz kenarındaki küçük kasabaların hepsi çoktan gettolaştı. Bir sürü camları fistolu, dantelli perdeli ‘’cafeler’’ açılıp kapandı. Kalabalıklaştı her yer. Herkes birbirine benzemeye başladı. Silikleşti bütün kişilikler. Büyük şehirlerin kiri, gürültüsü, kalabalığı usul usul oralara da ulaştı.

            Mutluyum Kaz Dağları’nda doğanın içinde üreterek yaşamaktan. Buralarda akşam oluyor dedikten bir iki saat sonra batıyor güneş. Uzun uzun günbatımını seyrediyorsunuz. Ömrünüz her anlamda uzuyor. Şehirlerde sekiz-on saat uyuyup yorgun kalkarken buralarda üç-dört saatlik uyku yetiyor herkese. İlk geldiğiniz günlerde sanırım oksijen çarpmasından sürekli uyku halindesiniz. Belki de ilk günlerin uzun uykularında arınıyorsunuz kanınıza karışan gürültüden ve kirli havadan.

            Sonbahar geldi buralara. Zeytin olmadı bu sene; çiçek zamanı yağan yağmur yıkadı çiçek tozlarını diyor buraların eskileri. Yine de zeytin olan bir-iki ağaçtan ilk zeytinimizi toplayıp kırdık. Ekim ayının ilk haftası toplanıyor kırmalık zeytin. Taşla kırılıp suya atılıyor. Suyunu her gün değiştirerek bir haftada yenilecek hale gelmesini sağlıyorsunuz. Hiçbir katkı maddesi, hiçbir koruyucu madde yok. Sadece su ve zeytin. Bir haftanın sonunda muhteşem bir tada dönüşüyor acı yeşil zeytin. Bir ay sonra da çizik zeytin yapmak için toplanıyor hafif sararan zeytinler ve aynı yöntemle olgunlaştırılıp yenecek hale getiriliyor. En iyisi zeytini başka bir yazıda uzun uzun anlatmak.

            Sonbahar biraz da huzur demek sanırım. Uzun koşuşturmalı bir yazın sonunda bize ‘’sakinleş’’ diyen mevsim. Diğer mevsimler bir zaman sonra içimizdeki etkisini yitirirken galiba sonbahar bizimle en uzun kalanı.  Ağaçlar görevini yaptı ve uzun bir dinlenmeye çekiliyor. Doğa sessizce kendini yenilemek için hazırlanıyor; sonbaharda içimize dolan hüznü ilkbaharda sevince dönüştürmek için.  Kuru dalların içinde bize çiçek biriktirecek doğa. Bütün kış o çiçekleri, çiçeklerden sonra salkım saçak dökülecek meyveleri ilmik ilmik örecek içlerinde ağaçlar. Rüzgarları dinleyerek, üstüne yağan yağmurları içine çekerek, kar dileyerek bekleyecek ilk yazı.

            Bazı kurallar hiç değişmez. Doğaya ne verirseniz doğa aynısını size geri verir. Kömür dumanı, asit yağmuru, siyanür. Bunları eğer siz katıyorsanız doğaya unutmayın doğa cömerttir aynısını size iade eder. Kaz Dağlarında siyanürle altın çıkaracaklar. Ankara’da yaşayan bilinçsiz insan aldırmıyor; içinden ‘’amaaan nerede bulacak beni burada siyanür’’ diyerek kayıtsız kalıyor oysa burada yetişen elmalara, şeftaliye, nektarine karışarak çoktan bu ülkedeki her eve girdi siyanür. Çocuklarımız zehirli gıda yemesin diye çabalıyoruz.

            Sonbahar işte, söylenecek söz çok ama bir dize yetiyor anlatmaya;

‘’Hüzün ki en çok yakışandır bize’’