Vatan savunmasını her şeyden önemli gören Atatürk'e Kurtuluş Savaşı'nı kazandıran da vatan sevgisi ve milletine olan büyük güveni olmuştu.

"Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri, düşmanların mel'un ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir,"  sözleri ve inancı, Milli Mücadele'de kendisine ve milletine rehber olan onu başarıya ulaştıran temel düşüncesiydi.

Vatanı için her türlü zorluğa katlanan Atatürk, hayatının en zor günlerinde kendisini eritip bitiren hastalığıyla mücadele ederken bile vatanını ihmal etmemiş, Hatay'ın Türkiye'ye katılması için gayretlerini sürdürmüştü.

15 Mart 1923 pazar günüydü. Atatürk, Adana istasyonunda trenden inmiş, sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları ve "Yaşa, varol!" sesleri arasında yaya olarak şehre gidiyordu.

Yarı yolda karalar giymiş bir kadın kalabalığı göze çarptı; sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; Atatürk'ün önünde durdular, arkalarında bir kız daha göründü ve önüne geçti. Hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla dolu bir nutuk söylemeye başladı. Bu genç kızın şahsında henüz esir bulunan Hatay'ın Türkhalkı, "Bizi de kurtar!" diye yalvarıyordu.

Herkesin gözleri yaşarmıştı.  Hıçkıranlar vardı.

Atatürk'ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi.

Genç kızın nutku bitince, alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünden bir çelik parıltısı görüldü. Her kelimesi üzerinde kuvvetle durarak:

"Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!" dedi.

On altı yıl sonra Hatay davasının en heyecanlı günlerinde hasta ve bitkin olmasına, mutlak istirahat tavsiyesine rağmen, Hatay'a yakın olmak için, tekrar Adana'ya gitti. Dört saat ayakta durmak ve çalışmak gibi olağanüstü metanet gösterdi. Hatay kurtuldu, fakat Atatürk'ü kaybettik.

İsmail Habib bu bahsi şöyle bitirir:

"Hatay, Hatay!.. Seni kurtaran aynı zamanda senin şehidin oldu."

Vatanı ve milleti için yaptığı hizmetleri asla yeterli görmeyen bir ruh yüceliğine sahip olan Atatürk, hayatı boyunca yurdunu, dünyanın en gelişmiş ve en çağdaş memleketleri düzeyine çıkarmak için mücadele etmişti.

''Bu vatan çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya layıktır.'' sözleriyle vatana olan sevgisini açıkça ortaya koymuştu.

Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı. Atatürk de rıhtımda onu bekliyordu. Deniz dalgalı idi ve Kral'ın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı.

O sırada Atatürk de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören Kral bir mendille elini silmek istediği bir anda Atatürk:

"Vatanımın toprağı temizdir. O, elinizi kirletmez!" diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.

Bu örnek, Atatürk'ün vatanseverliğini açıkça göstermekte.

Atatürk yaptığı her şeyi Türk milletine dayanarak, Türk milletine güvenerek ve milletin büyüklüğüne inanarak yapmıştı. Onun vatanseverliği aslında milliyetçiliği ile iç içeydi. Türk milletine âşıktı.

Ona saygı ve sevgi ile yürekten bağlıydı. Bunun için de en gelişmiş milletlerin seviyesine ulaşmayı, hatta bu seviyeyi aşmayı Türk milletine hedef olarak seçmişti. Türk gençliğine düşen görev de bu yolda çalışmaktı.

Halk ozanlarımızda, millî birlik düşüncesi ile vatan sevgisi iç içedir. Örneğin Âşık Veysel'de "vatan" temi ile "yurt" düşüncesi aynı anlamda kullanılmıştır. Bu yüzden, "Veysel'de Vatan Sevgisi" konusunu işlerken aynı zamanda onun yurt sevgisini ele almış oluruz.

O, her Türk gibi vatanını sevmiş, yükselmesini arzulamıştır. Bir ülkenin esenliği ve kalkınmasında gerekli olan faktörlerden birlik, yurt sevgisi, çalışmak, milli kültüre bağlılık gibi değerleri yüceltmiştir.

Ona göre, vatan milyonlarca şehidimizin kanları, milyonlarca gazimizin can siperâne çabalarıyla kurtulmuş, bağımsızlığına kavuşmuştur. Şehitlerimiz gazilerimiz vatan sevgisinin bedelini ödemişlerdir.