Sözlü halk edebiyatımızda yer alan, Halk hikâyeleri, çoğunlukla bir halk ozanının yaşamını ve aşk serüvenini anlatır. Destanların geçmişinin çok eskilere gitmesine karşın, halk hikâyelerine on dördüncü yüzyıldan sonra rastlanmaktadır.  Âşıklar tarafından saz çalınarak, şiir ve türkülerle desteklenerek anlatılmış, varlıklarını kuşaktan kuşağa ve toplumdan toplu¬ma aktarılarak sürdürmüşler.

Halk hikâyelerinin, destanla roman arasında, geçiş görevi yaptığını da söyleyebiliriz. Onlar birer kuru bir yaşam öyküsü değildir. Sosyal bir karakter taşır. Gerçek hayata dayanmakla beraber, katma hayal ve fantezi unsurlarını da içerir. Olağanüstü olayları da içinde barındırarak, zamana ve ortama göre gelişmiştir. 19. yüzyıla kadar  sözlü  gelenek içerisinde, bu yüzyıldan sonra, sözlü gelenekle birlikte yazılı kaynaklara da geçerek günümüze ulaşmıştır. 

Hikâyeciler, kimi zaman gerçek âşıkların hayatından aldıkları olayları anlatmışlardır. Kimi zaman da, sanal aşığın hayatına,  toplumun ruh durumuna uygun katmalar yaparak, topluma vermek istedikleri mesajı, vermişlerdir.   Konu¬nun uygun düşen yerlerine, çeşitli âşıkların şiirlerinden eklemeler yapmışlar, yalın bir dille, temsili davranışlarla hikâyeleri yaşamış, yaşatmışlardır. 

Hikâyeler ilk söyleyenin dilinden, telinden çıktığı gibi kalmamıştır. Asıl konu değişmemekle birlikte, anlatıcılar, anlatıldığı ortamın ve dinleyenlerin gelenek ve göreneklerinden ata sözlerinden deyimlerinden yeni yeni unsurlar karıştırmışlardır. Halk hikâyelerimizin çoğunluğunda, insani bir duygu olan aşkla, ilâhî bir düzen sayılan "kader"in boğuşması. görülmektedir. İçlerinde bir çok aile ve toplum sorun¬ları ve bir çok insan tipleri yer almakta¬dır. Hikâye anlatıcıları, dinleyenlerin ilgisini çekebilmek için, onların idol saydıkları insan tiplerine ve özlemlerine yer verme çabasında olmuştur. 

Çoğu folklor araştırmacıları halk hikâyelerinin Dede Korkut gibi destan yollu hikâyelerden sonra doğmuş olduğunu ile¬ri sürerler. İkinci yargı, halk hikâyelerinin asıl vatanının Anadolu olduğudur. 14. Yüzyıldan bu yana halkın birleşik duygu ve dü-şüncesiyle yüzlerce halk hikâyesinin yaratıldığı savunulur. 

Halk hikâyelerinin vatanı Anadolu mudur? Hikâyelerdeki şehir isimleri gösteriyor ki Türk halkının bulunduğu her yer, halk hikâyelerinin vatanıdır. Halk hikâyeleri başka yerlerde doğabilirler, ama 14 üncü yıldan sonra Anadolu'da da yaşamış, vücut bulmuşlardır. Anadolu'da anlatılan halk hikâyelerinin, bütün Türk devletlerinin sınırları içinde de yaşadıkları gerçektir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, başka yerlerden gelenler, geldikleri gibi kalmamış, geçtikleri çağların, yayıldıkları çevrelerin, havasını suyunu alarak, ge-lenek ve göreneklerine uyarak değişmiş, gelişmiş, Anadolu'nun kalbi, Anadolu'nun dili olmuştur.

Eflatun Cem Güney, "Kara Koyun", "Boş Beşik", "Genç Osman" gibi kısa ve unutulmayacak bir olayın anlatımı olan hikâyeleri "Kara Hikâyeler", Bir aşığın hayatına yerleştirilerek aşkını şiirleri, türküleriyle birlikte anlatan klasik halk hikâyelerine de "Koca Hikâyeler" adını vermiştir. 

Biz halk hikâyelerini üç türde ele alabiliriz. 

Konusu yalnız bir yerde geçen, toplumu duygulandırmış bir olaydan alınan halk hikâyeler kısadır. Anlatım süreleri iki saati geçmez. Konu alanı geniştir. "Kara Koyun" hikâye¬sinde olduğu gibi yoksulluk, zenginlik sınıf farkı ve onun sorunlarını dile getirebilir. "Dertli Kaval" hikâyesinde olduğu gibi toplumun ahlak anlayışını, iyi kötü arkadaş ilişkilerini evlilik ve namus kavramını anlatabilir. "Genç Osman" hikâyesinde olduğu gibi yiğitlik konusunu da işleyebilir.

Özünü yiğitlikten alan hikâyelerin başında Köroğlu hikâyeleri gelmektedir. Yer ve kişi adları değiştirilerek anlatılan Köroğlu hikâyelerinin sayısının 777' ulaştığı söylenmektedir. 

Özünü halk şairlerinin hayat hikâyelerinden alan âşık hikâyelerinin bir bölümü, gerçek, bir bölümü sanaldır. Bir de gerçekten yaşadıklarına ilişkin emlimizde belge olmayanlar vardır.  Bu tür hikâye¬lere, masal, efsane, tema ve motifleri ile hikâyecinin beylik örneklere bakarak uydurdukları hikâyeler diyebiliriz.