"Namuslu vatandaş" tanımını da yaptırmayın bana. Hakkı olmayana el uzatmayan, yasalara tamamen bağlı olan ve hile hurdayla işi olmayan vatandaş, namusludur, dürüsttür. Bunun da bir bedeli vardır. Çünkü, namuslu, dürüst insan ülkenin içerisinde bulunduğu tüm olumsuz şartlardan payına düşeni alır ama yine de hileyle, hurdayla, yalan-dolanla karşılaştığı olumsuzlukları aşmaya çalışmaz. Çözüm üretmeyi dener, direnir, hatta sesini duyurup "Bu benim vatandaşlık görevim" der ama yine de etik dışı işlere yönelmez.

Şener Şen'in Namuslu filmindeki gibi düşünün. Rüşveti alanlar baş tacı, Ali Rıza bey (Şener Şen) ofisin hamalıdır. Müdürle fingirdeşen memur elini bir tek dosyaya sürmez, Ali Rıza bey, dağ gibi yığılmış dosyayla boğuşur. Veznedar Ali Rıza bey, bankadan maaşları çektiği bir gün soyulur. Tüm parayı kaptırır. Ama kimse ona inanmaz.

Ofiste, mahallede ne kadar "kurnaz" varsa, etrafını sarar ve "Parayı hemen ortaya çıkarma", "Biz seni idare ederiz" demeye başlar. Çünkü onlara göre Ali Rıza bey soyulmamış, bir soygun tezgahlayarak parayı saklamıştır. "Biz olsak böyle yapardık" diyerek kendi kişiliklerini yansıtır çevresindekiler. Ailesinin bile tavırları değişmiştir Ali Rıza beye, el üstünde tutulur hale gelmiştir. Kimi "sonradan hesaplaşırız" diyerek yüklü miktarda harçlıklar verir, veresiye vermeyen kasap, manav, bakkal evi erzak deposuna çevirir, beyaz eşya satıcısı son model elektrikli cihazlar getirir falan...

* * *

Şener Şen'in muhteşem bir performans sergilediği ve "unutulmazlar" arasına giren film, bugün pek anlam taşımıyor. Çünkü Ali Rıza bey tiplemesi kalmadı artık. Ama onu "soygun tezgahçısı" olarak görenlere adım başı rastlamak mümkün. 

Neden?

"Yapanın yanına kâr kalıyor nasıl olsa" zihniyeti, kökleştikçe kökleşti ülkede. Kamudan özele, metropolden en ucra köye kadar bu zihniyeti görmek mümkün artık. 
"Nasıl olsa seçim öncesi af çıkar" sözü hiç yabancı gelmiyor değil mi size de? Bu Türkiye'nin demokrasi tarihinin en klişe sözlerinden biridir. Maalesef, bu olumsuzluğu bir türlü kazıyıp atamadık ve "namuslu" vatandaşları daima "enayi" yerine koyduk. Neslini de tükettik elbirliğiyle...

Son açıklanan seçim paketinden söz ediyorum. Öyle muhalefet partileri gibi "hani kaynak yoktu", "seçim öncesi mi aklınıza geldi emekliler" demeyeceğim. Emeklilere dini bayramlarda biner lira ikramiye verilecek olması, paketin en masum, en olumlu adımı. Çünkü, sosyal güvenlik sistemine atılan "genç emeklilik" kazığını, bugün hem çalışanlar ödüyor, hem de emekliler. Özellikle de 2000 ve 2008 yılları sonrası emekli olanlar. 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı bin 800 lirayı buluyor, ama 25 yıl çalışmış, normal primlerini ödemiş bir emekli bin 100 lira civarı bir maaş alıyor. Eğer, emeklilik prim gün sayısı ağırlıklı olarak 2008 sonrasıysa, 2000 öncesi emekli olanların neredeyse yarısı kadar maaş alıyor.

* * *

Peki, paketin sorunlu tarafı ne? Vergisini, çalışanının SGK primini, kendisinin Bağ-Kur primini bankadan kredi çekip ödeyen vatandaş zararda. Hem de büyük zararda. Ekonomideki daralma nedeniyle önünü net göremediği için uzun vadeli ve yüksek maliyetli kredi alıp vergini ödüyor, sigorta primini yatırıyorsun. Ardından af çıkıyor ve "devlet beklesin, bir ara öderiz" diyenler geleceğe dönük düşük faizli vadelerle vergisini ödeme şansına kavuşuyor. Peki, vergisini zamanında ödeyene bir teşvik, teşekkür düzenlemesi var mı pakette? Hiç olmadı ki!.. Vergini ödemek için sırtına binen kredi faizi, namuslu olmanın bedeli olarak yanına kâr kaldı.
Paketin en sorunlu yeri, "emlak barışı" denilen düzenleme. Adam "kaçak inşaat" yapmış. Yıllarca o inşaattan kira almış, işletme olarak kârlar elde etmiş. Belediyenin imar planını tanımamış, gidip ruhsat almamış, projesini onaylatmamış. Yani "ucube" kondurmuş bulduğu yere. Şimdi o, küçük bir bedel karşılığı binasını kayıt altına alacak. 

"Başını sokacak bir derme çatma baraka yapan vatandaşın işine yarayacak, neresi sorunlu?" diyenlere şaşarım. Hangi garibana "kaçak" bir şekilde iki tuğlayı üst üste koydurdular ki bu ülkede? Gözden çok uzak, ucra köşelerde olanları, beş para etmez yerleri saymazsak tabii...

* * *

Mesela; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "ucube" dediği ve İstanbul'un silüetine hançer gibi saplanan kuleler, bu emlak affıyla aklanmış olacak. Datça'da SİT alanına daha yeni yapılmaya başlanan "kaçak" villa ile önündeki havuz da. "Casus" ilan edilen Rıza Zarrab'ın Boğaz'daki tarihi yalıda yaptığı ve hapis cezası gerektiren usulsüz tadilat... 
Kaçak fabrikalar, oteller, villalar da af kapsamında. 

Beykoz'un, Sarıyer'in, Keberburgaz'ın ormanlarını katlederek işgal eden ve üzerine "kaçak" binalar konduranlar, bu afla ödüllendirilecek. 2B düzenlemesiyle orman katliamı ödüllendirilmiş olanlara, ikinci bir ödül olarak üzerine yaptıkları lüks villaları yasallaştırılarak verilecek. 

Kaçak yapılara, çeşitli şekillerde göz yuman, kaçak yapı müteahhitlerini kayıran belediyeciler de yargılanmayacak. İşledikleri suç, o koltukta bir dakika bile oturmalarına el vermiyor ama olsun. 
Bir önemli ayrıntı daha var:

Son 10-15 yıl içerisinde yapılanlar olmasa da 20-30 yıl önce yapılmış tüm binalar, olası depremde yerle bir olacak. Kentsel dönüşümü adaletli bir rant dağılımıyla yapmak yerine, kaçak binaya af, tıpkı vergisini borç alıp ödeyenlere olduğu gibi namuslu vatandaşa cezadır.

Her zaman olduğu gibi yine seçimin ilk kaybedeni veznedar Ali Rıza bey oldu vesselam...