Faruk Nafiz, şiire 1910'lu yılların İstanbul'unun tarihi ve sosyal ortamında başlamıştı. Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'nın kaybedildiği, halkın üzgün ve ümitsiz olduğu sisli yıllarda, romantik duygular içindeydi. Böylesi zor zamanlarda insanlar her şeyden çok, ya Allah'a, ya aşka, yakut ta her ikisine birden sarılıyorlardı. Dönemin zorunlu duygusallığı genç insan gönüllerini aşk ürperişlerine sürüklüyordu. 

Faruk Nafiz Çamlıbel, 1930'lu yılların başına kadar, edebiyatımızın kuvvetli bir aşk şairiydi. Zamanın genç kız ve genç erkeklerinin şiir defterlerinde onun şiirleri yer alıyordu. Bunda Türkçeyi çok iyi kumlanmasının da etkisi vardı.
Yeni devletin yapılandırılması için yoğun şekilde faaliyet gösteren siyaset çevrelerine yakınlaşması nedeniyle, politikaya da ilgi duymaya başladı. Başkentte geçirdiği yıllar boyunca, sevilen şiirlerini 1926 yılında "Çoban Çeşmesi", 1928'de

 "Suda Halkalar" adlı kitaplarda yayınladı. 

Faruk Nafiz Kayseri'ye öğretmen olarak giderken Ulukışla yolundan gitmişti. Bu yolculukta Anadolu'yu sınırlı olarak tanıma fırsatı bulmuştu. 

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı 
Bir dakika araba yerinde durakladı. 

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, 
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... 

Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya, 
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya 

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık 
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, 

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... 
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları, 

Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, 
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler... 

"Han Duvarları" şiirini dört günde yazmıştı. Şiir, Türk Yurdu'nda yayınlandı. 1928 yılında Anadolu'yu daha geniş tanıma imkânı buldu. Devrin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati'nin başkanlığında Doğu illerine inceleme gezisine Faruk Nafiz da katılmıştı. Sivas, Erzincan, Gümüşhane, Trabzon, Erzurum illerini görmüş, dönüşte Kastamonu'yu tanımak fırsatı bulmuştu. O yıllarda bir İstanbul şairi için bu gezi Anadolu'yu tanımak açısından büyük bir fırsattı. Cumhuriyet'in ilk yıllarının aydınlara verdiği yenilikçi esinlenmeden yola çıkarak, Türkçenin yalınlaşması, yabancı kelimelerden ve kalıplardan uzaklaşılması düşüncesini benimsedi. Daha önceden başladığı hece vezniyle yazmaya ağırlık verdi. Milli edebiyatın oluşabilmesi, geliştirilebilmesini misyon edindi. 

Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon gibi sanatçılarla birlikte, Türk edebiyat tarihinde "Beş Hececiler" adıyla anılır oldu. Kitabımızın daha sonraki bölümlerinde "Beş Hececiler"den söz edilecektir. 
Faruk Nafiz Çamlıbel, sanatçı kimliğini terk etmeksizin, politikada aktif rol almaya karar verdi. 1946 yılında Demokrat Parti'den, İstanbul Millet Vekili seçildi. 

Faruk Nafiz Çamlıbel niçin Demokrat Parti'ye girmiş ve milletvekili olmuştu?

Bu sorunun yanıtını Yusuf Ziya Ortaç şöyle veriyordu:

"Faruk Nafiz'in Kadıköy Kurbağalıdere kenarında güzel bir evi vardı. Yahya Kemal, Orhan Seyfi ve ben sık sık bu eve, Faruk Nafiz'le sohbete giderdik. Sabahları Faruk Nafiz'in kahvaltı sofrasında her şeyin mutlaka üç beş çeşidi bulunurdu. Faruk Nafiz daha sonra Ankara Lisesi'nde Edebiyat öğretmeni oldu. O sırada talebesi Behçet Kemal Çağlar'la birlikte "Çıktık açık alınla" şiirini yazdılar. Yine o günlerde CHP Faruk Nafiz'den dört tane piyes istedi. Dört piyes için beş yüz lira verdiler. Faruk Nafiz bir otel odasına kapandı ve dört yerine ancak üç tane piyes yazabildi. Bir yaz boyunca dört ay otelden hiç çıkmadı. Tam yirmi beş kilo verdi.

Nabzı yüz yirmiye çıktı. Akın, Özyurt ve Kahraman piyesleri böyle hummalı fakat hemen hemen karşılıksız bir çalışmadan sonra meydana geldi. 

CHP'li Salâh Cimcöz, Faruk Nafiz'i, piyesleri dörde tamamlamadı diye, CHP'yi dolandıran adam olarak ilân etti. Sanatçıya sövdü durdu. Bu olaydan sonra bir gün Recep Peker Faruk Nafiz'e bakarak;

-İte ite bu adamı Demokratların kucağına düşürdük. Kaç tane "Han Duvarları" şairimiz var? diye hayli yakındı."

Yarın Faruk Nafiz ve Onuncu Yıl Marşından söz edeceğim.