Faruk Nafiz Çamlıbel, roman, tiyatro ve mizah yazarıydı. Ama hepsinden önce şairdi. Hem de Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatının en önemli şairlerinden biriydi. O Cumhuriyet nesline şiir zevkini tattırdı. Özellikle "Kurtuluş Savaşı"nı izleyen yıllarda türlü dergilerde yayınlanan vatan sevgisi şiirleriyle genç neslin gönüllerinde millî coşkular uyandırmıştı. Dilindeki pürüzsüz ve ahenkli söyleyişle devrinin eski, yeni birçok şairini etkilemişti. Bu genç şairleri yıllarca peşinden sürüklemişti.

Türk şiiri için, ömür boyu durmadan, dinlenmeden emek verdi. Emekleri boşa gitmedi. 

Uzun uzun Faruk Nafiz'in sanat anlayışını anlatmak yerine onun "Sanat" adlı şiirini okumakla yetineceğim. 

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar
 
Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda
Gezersin kırk asırlık mabedin içini
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini
 
Sen raksına dalarken için titrer derinden,
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin,
Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden;
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin.

Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en yanık bir musiki yerine

 Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...
 
Başka san'at bilmeyiz, karşımızda dururken
Yazılmamış bir mevzu gibi Anadolu'muz,
Arkadaş, biz bu yolda mâniler tuttururken
Sana uğurlar olsun, ayrılıyor yolumuz

Nihat Sami Banarlı, Faruk Nafiz'in memleket edebiyatı ülküsüne ilişkin olarak şöyle yazmıştır: "O'nun "Sanat" isimli şiirinde, bizzat yapmaya çalıştığı bu memleket edebiyatının bir felsefesi vardır. Bu manzumede egzotik veya kozmopolit sanat zevkiyle yerli ve millî sanat anlayışı ustalıkla karşılaştırılır ve şair, sebebini de belirterek bu ikinci sanatı tercih eder."

Genç Kalemler'in başlattığı "yeni lisan" akımının Türkçe'yi ne kadar sadeleştirdiğini ve güzelleştirdiğini Faruk Nafiz'in bütün şiirlerinde görebiliriz. 20. yüzyılın Türkiye'sinde halkın bütün kesimlerinin konuştuğu ve anladığı dile bilinçle bağlı kaldı.

Onun gönül dili yaşayan Türkçeydi. İşte örneği: 

Derinden derine ırmaklar ağlar,    
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,    
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,    
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.    
        
"Göynünü Şirin'in aşkı sarınca    
Yol almış hayatın ufuklarınca,    
O hızla dağları Ferhat yarınca    
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."    
        
O zaman başından aşkındı derdi,    
Mermeri oyardı, taşı delerdi.    
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.    
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.    
        
Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,    
Kerem'in sazına cevap veren bu,    
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...    
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.    
        
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,    
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,        
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,    
        
Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar,    
Tarihe karıştı eski sevdalar.    
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,    
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...

Faruk Nafiz'in aralarında olduğu Hecenin beş şairi millî edebiyat akımından etkilenmiş ve aruzu bırakarak şiirlerinde heceyi kullanmaya başlamışlardı. Bunda da oldukça başarılı olmuşlardı. Şiirde sade ve özentisiz olmayı tercih etmişlerdi.
Yarın Faruk Nafiz'le Şukufe Nihal'in bir birlerine yakınlıklarından söz edeceğim.