Artık sadece televizyon dizilerinde veya eski zamanları anlatan filmlerde görebildiğimiz semt kabadayılarının son örneği Karacaahmetli Çakır Ahmet, şimdi elinde sepetleri ile kabadayılık yaptığı semtte ekmeğini kovalıyor.


Son yıllarda gazete ve televizyonlarda gördüğümüz, vurdulu kırdılı, elinde teşbih, yan yürüyen, ağzı bozuk, çarpık ilişkiler içindeki ve kabadayı olarak anılan bir takım kişilerin, gençlerimize ve çocuklarımıza olumsuz örnek ahmet6oluşturduğu ve bu nedenle de, ailelerin ve uzmanların tepkilerine şahit olmuşsunuzdur. Bu hafta gençlik yıllarında muhitinin aranılan sorulan  kabadayılarından olan, ancak şimdi kabadayılık yaptığı semtlerde, elinde sepetleri ile poğaça ve tatlı satarak geçimini kazanan İstanbul'un son muhit kabadayılarından Karacaahmetli Çakır Ahmet ile görüştük. Son günlerde gazete ve televizyonlara, İstanbul'un son kabadayısı olarak haber ve röportajlara konu olan Çakır Ahmet ile İstanbul'un, eski kabadayılıkları ve bugünü ve konuştuk. Elinde tesbihi, yana yatık  omuzu ve başında fesi ile eski bir kabadayının ibretlik hayat hikayesi ile karşıkarşıya olacaksınız.

Kabadayı kime derler, sizin zamanınızda da, bugün yansıtıldığı gibi miydi kabadayılık?

Bizim zamanımızda, her muhitin bir kabadayısı vardı. Bizim de kabadayılık ruhumuzda var. Evel Allah bileğimiz de, ruhumuz da sağlam . Bizim kabadayılık anlayışımızda ezmek yok, ben de ezmedim, ezdirmedim. İki-üç kişi bir kişiyi dövdüğünde, o bir kişiden yana çıkmak, el âlemin karısına, kızına yan bakıldığında ona sahip çıkmak, muhitimizde bir şey olduğunda her türlü kollamak. Hepsi bizdeydi. Mesela benim mahallemden bir delikanlı bir kere geçer, bir kere daha geçti mi çevirirdim. 'Kime bakıyorsun, hayırdır! Niye geçiyorsun buradan? Niye volta atıyorsun?' diye sorgulardım. Dövülmesi gerekiyorsa, döverdik de. Ama burada kesinlikle keyfilik yoktu. yani ben canım istiyor buna zorluk yapayım ya da zorbalık yapayım diye bir şey yoktu bizim defterimizde.  Allah yanlış yapandan hesap sorar abi. Er ya da geç. Biz hayatta bunu öğrendik, bunu bildik.  Şimdi ise nerde, kim kime dum duma. Elinde güç olan, o gücü zayıfı korumak, haksızın yanında olmak için değil, jendi keyfi için, çıkarı için, haksızca kullanıyor. Bu bizim defterimizde yok.

MAHALLE BİZDEN SORULURDU

Dürüstlük, cesaret, mahallenin güvenliği namusu sizden soruluyordu. Peki, 'Sana ne? Sana mı kaldı, mahallenin namusu, güvenliği, devletin polisi var, zaptiyesii var?' soruları ile karşılaşıyor muydunuz?

Günümüzde herşey değişti, bu manada hakiki kabadayılık da bitti. Her olayı kendi döneminde bilmek, anlamak lazım. O zamanlarda, mahallelerde, insanlar daha rahat, huzurlu ve güvenli idi. Dostluklar, arkadaşlıklar daha kuvvetliydi. Biz de öyle bir muhitte yetiştiğimiz için, elbette insanın yapısından gelen bir ahlak, bir dürüstlük ve hakkaniyet duygusu, bir de cesaret de olunca, mahallene de, insanına da sahip çıkıyor, koruyor, kolluyorsun. Her zaman, her yerde polis ve zaptiye nasıl olsun ki? Elbette, polisin ve zaptiyenin işi, görevi asayişi ve güvenliği sağlamak. Ama biz yaşadığımız sokağın, mahallenin gençleri olarak, orada huzur varsa, biz de huzur ve güvende olurduk. Polise intikal etmesi gereken bir olay olduğu zaman, zaten o iş bizi aşar, polis de görevini yapardı. O zaman da, o muhitte ne gürültü çıkar, ne hırsızlık ne de yanlış tipler, yanlış olaylar.  Sadece bu değildi ki yaptığımız. Bakın şimdi uyuşturucu ve bir çok kötü alışkanlıklar, çocuklarımızın, gençlerimizin başına musallat olmuş vaziyette. Yetkililerimiz elbette, yapılması gerekeni yapıyorlar. Ama bizim zamanımızda, bize insan ve yaş olarak da büyük olmanın verdiği sorumluk ile gençlerimizi, kötü alışkanlıklardan uzak tutmaya, uyuşturucu ve benzeri belaları sokmazdık biz muhitimize. Yani muhitimiz bu manada sahipsiz değildi. Dedik ya, her şey eskide kaldı, şimdi kabadayılık ile eski bizim zamanımızdaki kabadayılık nerde. İşin suyunu çıkardılar.

KABADAYI OLMAK, KABA KUVVET KULLANMAK DEĞİLDİ Kİ

Sizin anladığınız kabadayılıkta, kaba kuvvet ya da keyfi olarak, güç kullanmak var mı?

Olur mu hiç? Elbette hayır. Siz kuvvetli, siz cesur, siz atak olabilirsiniz ama yüreğinizde, merhamet, içinizde, insanlık yoksa, o kuvvet neye yarar? Kimseye zarar verme hakkımız yok ki? Ama size ya da sevdiklerinize, arkadaşlarınıza karşı, bir kişi gelip de kötülük yapıyorsa, o zaman siz önce uyarırsınız baktın, dinlemiyor. O zaman da, gereğini yaparsın ama onu da dozunda. Bak o zaman o bir daha o yanlışı yapabiliyor mu? Ama burada adalet ve vicdan devreden çıkarsa, o zaman iş değişir.  Bizim bileğimizi bükebilen hiç olmadı evelAllah ama buna rağmen, biz sadece bu güce sahibiz diye de çok şükür, kimseyi ezmedik, canını da yakmadık ama biz de ezilmedik, bizi kimsenin ezmesine de izin vermedik.

BAKKALLIĞI DA, KABADAYILIĞI DA, YAŞADIK

Ailede de var mıydı kabadayılık, nasıl kabadayı oldunuz?

Doğma büyüme Üsküdarlıyım ama aile büyüklerimizin dediklerine göre, 6 asır önce, Kafkaslardan  Karadeniz'e göç etmiş, büyük büyük dedelerimiz. Bizim aile, Giresun'da yaşarken,  İstanbul'a yerleşmişler. Sonra da babam, ben 9 yaşında iken, Almanya'ya işçi olarak gitti ve annem ile kardeşlerimin yükü kaldı mı benim üzerime. Daha 9 ahmet5yaşındayım ve elde avuçta para da yok, maddi durum iyi değil. Ama ne yaparsın,  o yaşımdan başlayarak yapmadığım iş kalmadı. Boyacılık mı dersin, simitçilik mi, gazetecilik mi…. İlkokulu bitirdik ama hayat bana okumaya, tahsil yapmaya izin vermedi.  Bu yaşlarda, gençliğe ilk adım atıyorsunuz ve yaşadığınız muhitte, gençler güç gösterisinde bulunuyorlar ve sizi de ezmeye ve tahakkümleri altına almaya çalışıyorlar. İşte o zaman, bendeki güç, kuvvet, cesaret devreye girmeye başladı ve hakkımı aramak ve hakkımı da kimseye yedirmeme anlayışı, hayatıma yansımaya başladı.  Bu arada babam bana bir bakkal dükkanı açtı. Bakkalcılık yaptığım zamana dek geliyor aslında, bu mahalleliyi koruma ve gözetme işi. Geleni gideni, ister istemez görüyordunuz, kimin ne yaptığını, yanlışı olanı. Ama bakkalcılık yaptığımız günlerde, bir de bir sevda yaşadık ki, adımız kabadayıya, kavgacı, döğüşçüye çıkmış ya sevdiğimiz kızı babası vermedi. Ne yaptım ne ettim ise, kimleri araya koymadık ki ama nafile. Tabi ailesinin rızası olmadan da, zorla olmaz, bize yakışmaz dedik ve o sevda, bizim içimizde hep kaldı ve yaşadı. Sonradan evlendik ama mutlu olamadık.  Çok zor yıllar yaşadım. Ama Allah'a çok şükür ki, aslen Romanyalı olan şimdi ki eşim ile tanıştık ve evlendik. Müslüman oldu ve Zeynep adını aldı ve bir oğlumuz oldu. Sevgi de, aşk da, sevda da, bu gün sakız olmuş dillere. Gerçek aşk da, sevda da her kula nasip olmaz. Yaşamayan da, tatmayan da bilmez ama o gönül de yıllar geçse de bitmez. Eşim de biliyor ama eşimden Allah razı olsun.  Evdeki huzur, ev sahibesindedir, o bize huzuru yaşatıyor…

***


KABADAYI  ÇAKIR  AHMET,  OLDU  TATLICI  AHMET

Üsküdar'ın en tanınan ve sözü geçen kabadayısı iken, şimdi en çok aranan poğaça ve tatlıcısı nasıl oldunuz?

Bakkal işinde, işler başlangıçta iyi gidiyordu, gitmesine de ama marketler açılması bir taraftan, diğer tarafta da, bizde demek ki, fazla yufka yüreklilik ve merhamet varmış ya… Müşterilerin, borçları defterde birikince ve onlar da, borçlarını ödemeyince, bakkalı kapattık. Evin kirası, evin masrafları, çocuğun giderleri diye düşünürken, kabadayılık yaptığımız o eski Üsküdar sokaklarında, poğaça satmaya başladım. Tabii ilk günlerde çok da kolay olmadı bu. Bakkal olduğum ve illerimin iyi olduğu zamanlarda, o muhitin insanlarına yarım eden adam, şimdi elinde sepet ile seyyar sokak sokak, meydan meydan poğaça satıyor. Bunu tatmayan, yaşamayan bilmez ve anlayamaz. Yediremedim kendime  ilk günlerde ama sonra alıştım.  Ama sonra bir düşündüm ki, yaptığım şey ayıp değil, günah değil ki. Alın teri ile kendi yaptığım poğaçaları ve daha sonra da, çeşit çeşit tatlıları, evimin, çocuğumun, ailemin rızkı için satıyor ve helal lokmayı getiriyordum haneme. Alın teri ve helal kazanç, hiç kimsenin malına, canına, rızkına zarar vermeden ve sevgi ile saygı ile kazanılan kazanç kadar değerli bir kazanç olabilir mi dedim ve rahatladım. 15 senedir o gün, bu gün ve özellikle de Üsküdar Belediye binasının arakasındaki, o kendine özgü çayhanelerin olduğu mekanda, hizmet veriyorum. Ağız tadı poğaçalarım ve tatlılarım ile. Esnaf da, sadece Üsküdar'lı değil, her geçen gün İstanbul'un her muhitinden ve her kesiminden, çay ve kahve içmek muhabbet etmek için, çayhanelere gelen müşterilerimize hizmet veriyor. İnsan her zaman hata yapabilir, denir ya, hata insan için ama yapılan hatadan dönmek ve bir daha yapmamaktır. Bizim de gençliğimizde, hatalarımız oldu, yanlışlarımız oldu ama esas olan, esas olan dostluk, efendilik,  dürüstlük, kimseye kötülük etmemek ve ettirmemek ve güler yüz.

 ***


KARACAAHMETLİ ÇAKIR AHMET KİMDİR?

1958 yılında İstanbul'da doğdu. Kabadayılığın belki de son temsilcisi olan Karacaahmetli Çakır Ahmet olarak, ahmet1Üsküdar'da nam saldı.  Bir süre bakkallık yaptı.  6 asır önce Kafkaslardan Karadeniz'e göç eden bir aileye mensup. Ailesi Giresun'dan İstanbul'a göç etmiş. Babası Almanya'ya işçi olarak gidince, annesinin, kardeşlerinin sorumluğu, henüz 9 yaşındaki Çakır Ahmet'in üzerinde olmuş.  Ailenin maddi durumu iyi olmadığı için, boyacılık yapan, simit satan, Üsküdar vapur iskelesinde, gazete satan Ahmet, ilkokul bittikten sonra ise okuyamaz. Bakkal dükkanı açar ve işletmeye başlar.  Türkiye'de market ve AVMlerin açılmaya başlaması ile ve de borç defterinde müşterilerinin biriken borçlarının ödenmemesi üzerine, bakkalı kapamak zorunda kalır. Daha sonra Üsküdar''a poğaça ve tatlı satmaya başlar. İlk gençlik yıllarından itibaren ve bakkal olduğu yıllarda, kabadaylık içinde bulan Ahmet, muhitinde yıllarca Karacaahmetli Çakır Ahmet olarak anılır.  Son günlerde, İstanbul'un son kabadayısı olarak gazete ve televizyonlara konu olan Çakır Ahmet'in, hayatının anlatıldığı bir film ile karşılaşırsanız hiç şaşırmayın. Çünkü dinlenmeye, izlenmeye ve ibret alınmaya değer bir insan ve bir hayat ile karşı karşıya olacaksınız.