Dünkü yazımda Erzurum'un kurtuluşunda yiğit Dadaş kadınının mücadelesini anlatırken yarıda kesmiştim. Bugün devam edeceğim. 

İki bin Moskof askeri ölmüştü ama, biz de çok şehit vermiştik. Yaralılar arasında taze gelin de vardı. Aldığı  yaranın etkisiyle kanlar içinde yere yıkılmıştı. İşte bu taze gelinin adı Nene Hatun'du. Doksansekiz yıl yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son yıllarını "Üçüncü Ordu'nun annesi" olarak geçirdi. 1955 yılında "Yılın Annesi" seçildikten sonra, 22 Mayıs 1955 günü Erzurum'da öldü.  Aziziye Şehitliğine gömüldü. 

Aslında Nene Hatun; Şerife Hanımların, Kara Fatmaların, Topal Gülizarların sembolüydü.  Sembol olarak da şiirlerimizde yaşıyor:  İşte Alp Aydın'ın şiirinin bir bölümü: 

"Sen Türk kızısın unutma! 
Başın Ağrı kadar dik, 
Heybetli, vakur. 
Yüreğin Fırat kadar deli, 
Fırat misali coşkun. 
Ve sen İstanbul kadar güzelsin... 

Sen Türk kızısın hatırla, 
Erzurum Tabyası'nda Nenem Hatun'sun. 
Ne ölümler korkutur seni, 
Ne de zulümler, 
Vatanın esareti kadar... 
Sen Elif Anam'sın. 
Bir elinde minik beben, 
Diğerinde bomba... 
Savaş meydanlarındasın, korkusuzsun. 
Biliyor yaban seni, ben biliyorum, 
Sen Türk kızısın...
..........."

Aziziye'de  zafer kazanılmıştı ama,  3 Mart 1878 Ayestefenos (Yeşilköy) anlaşması ile, Rusların galibiyeti kabul edilmişti. Aynı yıl 13 Temmuz'da Berlin'de yapılan  anlaşma ile Rus sınırı Erzurum'un doğusundan geçmişti. 

Birinci Dünya Savaşı'nda işgalci Rus Çarlık Ordusu'nun ilk hedefi Erzurum'du.  Aralık 1914-Ocak 1915 Sarıkamış hezimeti, Rusların yolunu açtı. 11-15 Ocak 1916'da beş gün süren kanlı bir çarpışmanın sonunda Türk askerleri geri çekilmeye başlamıştı. 19 Ocakta Hasankale, 21 Ocakta Tortum düşmanın eline geçti.  Düşman, 11 Şubatta Erzurum'a taarruzu başlattı ve 16 Şubat 1916'da  Erzurum işgal edilmişti.  Bu acılı günler iki yıl sürdü. 

Rusların korumasındaki Ermeniler görülmemiş vahşet örnekleri sergiliyorlardı.  Çoluk çocuk  yaşlı, kadın demeden  Türk halkını katlediyorlardı.  Büyük Ermenistan hayaliyle girişilen bu soykırıma Rus komutanlar seyirci kalıyordu.  

Suşehri'nde bulunun 3 üncü  Ordu Komutanı Vehip Paşa, 10 Ocak 1918'de  1 inci Kafkas Ordusu Komutanı  Kâzım Karabekir'e, Erzincan, Erzurum, Sarıkamış yönüne hareket emrini verdi. Ermeni zulmünün haber alan askerimiz,  uykusuzluğa, açlığa, kışa bakmadan ilerledi. 13 Şubat 1918'de alevler içinde yanan  Erzincan'ı kurtardı.  Öncü kuvvetler 22 Şubatta  Mamahatun'u, 25 Şubatta Aşkale'yi almış ve 26 Şubatta Erzurum'a  doğru ilerleme kararı vermişti. 

Kolordu Karargahını  Alaca Köyüne taşıyan Kâzım Karabekir Paşa,  10 Martta hareket emrini verdi. 11 Martta Ilıca kurtarıldı. 12 Mart 1918 günü, Erzurum'un esaret günleri sona erdi. Kısa zamanda bütün Doğu Anadolu Ermenilerden temizleyerek Anavatan'a  katılmıştı.

12 Mart yalnız Erzurumlular için değil, insanlık için de oldukça önemli bir gündü. Çünkü akla gelebilecek insanlık dışı her türlü işkence ve katliamı gerçekleştiren Ermeniler, geldikleri yere gönderilmişlerdi.

O Erzurum ki, bir süre sonra, Kurtuluş Savaşımızın, Cumhuriyet'e giden yolun en önemli kilometre taşı olacaktı. Yüce Atamız, 23 Temmuz 1919'da Erzurum Kongresi'ni gerçekleştirecekti. Erzurum hemşehrisi, Erzurum Mebusu olacaktı.Kurtuluş'a giden yol, 12 Mart 1918'da kurtarılan Erzurum'dan geçmişti.   

Ne güzel rastlantı. Erzurum'un kurutuluşundan üç yıl sonra, 12 Mart 1921'de, Mehmet Akif Ersoy'un Mehmetçiğe armağan ettiği şiiri, İstiklâl Marşı olarak  kabul edilmişti:

"Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı."