Erzurumlu Emrah, Sivas'ta uzun süre Bengiler de Saatçıoğlu hanesinde kalarak, Havuzlu kahvede Sivaslıların gönlünde taht kurmuş. Sivas'ta Güleser'i falan unutmuş.
Emrah hem koşup gelenlerin kalbini, hem de kendi kalbini açmakta becerikliymiş. Kimi zaman gerçek dilden, kimi zaman mecazi dilden (telden) söyler. Gelenleri duygulandırırmış. Güçlü kişiliği ile geniş bir çevre yaratırmış. Emrah, Sivas'taki yaşantısından şikâyetçi değilken, bu kez gönlü zorlu bir aşkla çarpar olmuş:
"Ben de bir yavruya gönül düşürdüm
Yanağın benzettim nar danesine
Muhabbet sevdasın baştan aşırdım
Asıldım zülfünün her danesine"
Yanağı nar tanesine ve her yeri sırma gümüşe benzeyen bu güzelin adı Mahi'ymiş. Taze bir dulmuş. Maral bakışlarıyla Emrah'ın bağrında öyle yara açmış, ruhunu öyle bir nara yakmış ki:
Ey maral bakışlım ey reri-suret
Çok açtı sinemde yara gözlerin
Bilmem âhu mudur yoksa ki afet
Yakar baktığını nâra gözlerin
Birden işvelenip mestane süzer
Gamzelerin oku bağrımda gezer
Bir kez iltifatla eylese nazar
Olur şu gönlüme çare gözlerin
Emrah'ı âlemde bi karar etti
O nihan aşkını aşikâr etti
Aklımı fikrimi tarumar etti
Fitne bakışların kara gözlerin
İşte aşk ateşinin nasıl bir ateş olduğunu böyle bir bakışla, böyle bir yaralanışla anlamış. O zaman:
Gene bahar oldu, açıldı güller
Bülbül-ü şeydalar bağlarda gezer.
Bir saçı Leylâya meyil verenler
Elbet Mecnun olur, dağlarda gezer.
Ne sönmez ateştir aşkın ateşi
Gittikçe artırır serde savaşı
Yâr senin aşkından çeşmimin yaşı
Bahar seli gibi çağlar da gezer.
Emrahı dinleyen bağrı yanıklar
Bezm-i muhabbete kalbi sadıklar
Maşukundan cüda düşen âşıklar
Ruz-ü şeb âh eder ağlar da gezer.
Diye inlemiş. Bu böyle gider mi? Mahi ile evlenmeyi kurmuş. Fakat bu genç taze dulun kalbinde genç bir ölünün mezarı yatıyormuş. O mezar taşına dokunulur, onun hatırası incitilir mi? Kadıncağız rıza göstermemiş. Emrah'ın üzerine sanki dağlar, taşlar yıkılmış. Bu soğuk haber kalbini yakınca;
Yakma cevr oduna bağrı yanığı
İkrarında duran kalb-i sadığı
Sana günül verip yanan âşığı
Ben bir bir diyeyim say ciğerim yâr."
Dediyse de Mahi direniyormuş. Daha daha sonra:
Bize gam yutturdu sahba-yı hicran
Bilmem bu ayrılık gider mi böyle
Ben mi tedbirimde eyledim noksan
Yoksa tecellâ-yı kader mi böyle
Aksine devretti devran-ı felek
Hep hebaya gitti çektiğim emek
Sevda çöllerinde Leylâ diyerek
Mecnun da ben gibi gezer mi böyle
Emrah bu yerlerde kılmaz kararı
Dâme düşmeyince can mürg-i zârı
Ben canımdan aziz severim yârı
Acap yâr da beni sever mi böyle
Diye "derd ü gam meskeni" dediği gönlünü Mecnun'dan daha acınmağa layık görmeye başlamış. Öyle on gelmiş ki, bülbüller bile onu teselli etmiyormuş:
Ne feryad edersin divane bülbül
Senin bu feryadın gülşene kalsın
Bu dünyada eremezsin murade
Huzur-ı mahşere, divane kalsın
Nesin meth edeyim bir kaşı kara
Şu sineme açtı unulmaz yara
Cümle tabip gelse derdime çare
Derdimin dermanı Lokman'a kalsın
Bir yar içün geçtim can ile serden
Vücudum kul oldu aşkın narinden
Emrah buse ister nazlı yarinden
Bu bayram olmazsa Kurbana kalsın
Git gide tahammülü tükenmeye başlamış. Yanan kalbinin bütün hıncını dizelere dökmeye başlamış.
Sevdiğim Allah'tan budur niyazım
Pervaneler gibi nâra düşesin.
Dilerim derdine olmasın derman
Şeyda bülbül gibi zâra düşesin.
İki yakan bir araya gelmesin
Seni gören hiç merhamet kılmasın
Daim ağlamaktan yüzün gülmesin
Garip Mansur gibi dâra düşesin.
İki gözün birden olsun da alil
Ellerin koynunda gez melûl melûl
Genç yaşın içinde hem zelil sefil
Sonra bir de sitem-kâra düşesin.
Emrah'ı ağlattın sen dahi gülme
Şu fâni dünyada ber-murad olma
Öldüğün vakitte hiç iman bulma
Yılanı çok bir mezara düşesin.
Zavallı âşığa böyle sitem ettirecek kadar cefanın bir haksızlık olacağını Sivas'ta artık herkes anlamış. Âşık Emrah'ın sonunu yarın yazacağım.