Sevgili dostlar, bugün bir zamanlar kafa yorup anlamaya çalıştığım, başarılı olamadığım için geri çekildiğim tasavvuf bahçesinin kenarından geçeceğim. Çok yerde yazdığım gibi, 13. Yüzyılda Yunus Emre’nin dilinde Hoca Ahmet Yesevi konuşmaya başlamıştı. Azerbaycan'ın ünlü şairi rahmetli Prof. Dr. Bahtiyar Vahapzade, Âşık Veysel için şunları yazmıştı: “Yunus Emre'den 700 yıl sonra, Türk halkının bağrından Aşık Veysel'in sesi yükseldi. 20. yüzyılda, Aşık Veysel'in dilinde, Yunus Emre konuşmaya başladı."

Youtube’da Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Sayın İbrahim Kalın’ın çalıp okuduğu Aşık Veysel’in “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz” türküsünü dinledim.

İbrahim Kalın kökü Erzurum İspir olan bir ailenin çocuğu. Amerika’da görevliyken başında Sivaslı Hüsnü Aydoğdu’nun olduğu ve Türklerin oluşturduğu halk müziği korosu ile yakından ilgilenmiş, saz çalmış türkü söylemiş, siyasi durumunu bir yana bırakırsak, öz kültürümüze yabancı olamayan bir kişi.

“Çırpınıp içinde döndüğüm deniz” şiiri maddi sevgiliye özlemin anlatımı gibi görülse de tamamen Yunus’ça söylenmiş tasavvuf şiiridir. “Yar” Tanrı’dır. Sözü edilen aşk Tanrı aşkıdır. Yunus Emre’nin tasavvuf diliyle:

 “Maşûkanın tecellisi türlü türlü renkler olur, / Bir şîvede yüz bin gönüllü hemişe cuşagelir,” dizelerini Veysel Baba farklı perspektiften bakarak günümüz insanının anlayabileceği dil ile anlatıyor:

“Çırpınıp içinde döndüğüm deniz / Dalgalanır coşar ürüzgarından / Mevce gelip coş eyleyen aşkımız / Ah çektikçe kaynar gelir derinden”

Deniz, tasavvuf dilinde Allah’ın bir tecellisidir ki, Bu tecelli, ancak, vahdet kalp gözüyle anlaşılır. Âşığın amacı, bu tevhidi yaşamaktır. Tevhid dilden düşüp gönle yerleşecektir. Sıfatlar tevhidinde sıfat çok, hakikat tektir. Bu hakikat zattır. Bu makamı tam olarak yaşayan kişi Hakk’a itaat eder ve her şeyde Hakk’ı görür ve vecde gelir. Şiirdeki mevc yani dalgaların coşkusu, hakikatin vecde gelişinin anlatımıdır.   

Şiirin bütününde geçen inci, ateş, renkler, gül, bülbül, dağlar, kar, yâr diyarı ve diğer sıfatların hepsi bir bütünü oluşturan kesrettir. (Derya coşar inci saçar kenara / Aşk ehli dayanır ateşe kora / Bülbüller gül için giymişler kara /Seherler uyanır bülbül zarından) Tasavvufta parçalar yani kesret, vahdet deryası karşısında bir katre, yağmur damlası ve ırmak gibidir. Katre ve ırmağın aslı deryadandır. Gözündeki perdeleri kaldıran kişi kesretin kendisinde Allah’ın birliğini görecektir. Vahdet saf bir su gibidir. Su, girdiği kabın rengi ile görünür. Vahdet, eşya, sıfatlar ve fiiller şeklinde oluşur. Akıp deniz olan, dağılıp toz olan, güllerde saz olan, hülasa bir isimle ortaya çıkan nesneler, vahdetin bir görüntüsü olmaktadır. Dünyada yaşarken birlik ve çokluğun aslını anlayan gönüller, denize akan ırmaklar gibi tekliğe doğru yol alır. Tek olan şiirde geçen yâr, maddi sevgili değil, manevi Tanrı’dır.

Veysel’in de bildiği ve kullandığı tasavvuf dilinde; kesret yerine kullanılan benzetmeler vardır: “katre, mevc, mevc-i acaib, ırmak, sûret nakşı, fânî nakş,  yaban, dünya, çokluk, hicâb, vücud. Dağ, bulut, duman, agyar, gayr, hayal, varlık evi, nefs, kudret denizi, taş kapu, renk, bezenmiş suretler…”

“Aşıklara gurbet bülbüle firkat / Derdimi sorarsan dürülü kat kat / Ey gönül derdinden etme şikayet / Yüce dağlar gurur duyar karından”

Veysel Hakk tecellisini şair dilinden söylemektedir. Aşıkların gurbeti, Tanrı’dan ayrı kalışıdır. Bülbülün fırkati yani ayrılık acısı, üzüntüsü, ayrılışı gibidir. Derdi, güllün yaprakları gibi kat kattır. Yüce dağların başındaki karla gurur duyması, yaratılanın yaratandan dolayı hoş görülmesinin anlatımıdır.

Allah’ın güzelliği, cemâli de can gözü açık temiz bakışlı kişiler tarafından görülebilir. Allah’ın güzelliği aşıklara farklı makam ve yönlerden tecelli eder. Bu yüzden farklı teşbihleri vardır

Yunus, gönül temizliğinin vahdet yolunda yürümekle mümkün olacağını belirtir. Şaire göre gönül iç benden başka bir şey değildir. İç ben hakiki mabûda ulaşınca eşyanın sırları açılır.

“Dert ile mihmete dalmayan aşık / Ne yemiş ne doymuş eli bulaşık / Kınaman veysel'i fikri dolaşık / Ayrılmış yarınden yar diyarından “

İnsan-ı kamilin gönlü şaşkınlık içindeyken kainattaki bütün ikiliklere inip çıkabilir. Bu manevi iniş-çıkışlar, an denen zaman parçasında olur. Bu halde iken gönül bir an mutlu olur, bir an ağlar. Hikmetlere dalar Lokman olur, bir an da cahillikte kalır. Dev, peri, huri gibi viranelerde mesken tutar. Veysel’in elinin bulaşığı, fikrinin dolaşıklığı bundandır.