İslâm aleminin bir bölümü bayram yapıyor bugün. Ramazan ayını huşu içerisinde geçiren, oruç, zekat ve fitre ibadetini yapanlar için bayram tatilden öte anlamlar içeriyor. Farklı bir coşku, mistik bir huzurla uyanıyor bayram sabahına Ramazan ayını layıkıyla yaşayanlar.

Gerek yaşadığım sosyal çevre, gerekse aile yapımdan dolayı kendimi bildim bileli, Ramazan aylarını sindire sindire yaşadım. Ramazan aylarına dair çok güzel anılar biriktirdim. Eski güzelliklerin hiç birisinin olmadığı bu günlerde o anılarla avunmak bile yetiyor bazen.

Fırına koşturup iftar öncesi sıcak pide almanın bile aynı heyecanı yok bugün. Neden acaba?

Hatırlıyorum da, çocukluğumuzda Bağcılar'da ne güzel Ramazan'lar yaşardık...

Sazdan samandan Balkan göçmenleri tarafından yapılmış evleri saymazsak, topu topu 100-150 hani vardı bugün binlerce konutun bulunduğu Bağcılar'ın merkezinde. Bir de "ayazma" dedikleri, Osmanlı döneminden kalma çeşme. "Ayazma" demelerinin sebebi, Bağcılar'ın eski bir Rum köyü olması. Rum Ortodokslar, su kaynaklarına "ayazma" derler, bazılarını da azizlere atfedip kutsallık yüklerlermiş.

Bu ayazmaların dışında bir de evimizin yakınında "kaynak çeşme" vardı. Bugün Tabya denilen bölgeden, Olimpik Spor Salonu'na inerken sağ taraftaydı. Bir metal borunun içerisinden durmaksızın akan bir suydu "kaynak çeşme" dediğimiz.

* * *

Yazın buz gibi akardı suyu, kışın ise ılık... Özellikle yaz aylarında suyu soğuk olduğu ve içimi de güzel olduğu için uzun kuyruklar olurdu kaynak çeşmede. İftara birkaç saat kala evden bir iki bidon tutuştururlardı elime. Taşıyabileceğim büyüklükteki bidonlarla kaynak çeşmeye gider, su kuyruğuna girerdim. Sohbetler kurulur, yeni tanışıklıklar oluşurdu o kuyruklarda. O kadar mı? Daha neler neler.

Birbirine aşık olanlar bile oluyordu. Hatta yıllar içerisinde o aşkın meyvesi çocuğu elinden tutarak kaynak çeşmeye su almaya gelenleri de görüyor, "Burada tanışmışlardı kocasıyda hatırlıyor musun" muhabbetleri dönüyordu.

Kimse kimsenin sırasını ihlal etmiyordu. Su mütemadiyen akıyor, sırası gelen getirdiği kabı uzatıyor, suyunu doldurup "Selametle" diyerek uzaklaşıyordu.

Birkaç kez dinlenerek taşıyordum bana verilen bidonları. Bazen inşaatlarda kullanılan el arabası ile geldiğim de oluyordu. Bir gün sonra aynı kuyrukta beklememek için tabii.

İftar öncesine yetiştirdiğim suyu hemen buzdolabına koyuyorduk ısınmasın da, hararetimizi alsın diye. Hiç bir işlemden geçmeden, doğanın içerisinden bize ulaştığı için midir nedir, ayrı bir tadı vardı o suyun. Yazın buz gibi, kışın ise ılık akıyordu. Tıpkı o dönemin insanlarının yüreği gibi ılık...

Şimdi o çeşme de yok, su kaynağı da. Her yer devasa binalarla dolu, beton ve asfaltla kaplı. Toprak yok ki, su fışkırsın.

* * *

Siz de her bayrama, sanki bir mucize olacakmış da çok farklı sevinçler yaşayacakmış gibi girdiniz mi? Beni nedense hep böyle bir his kaplardı arefe günlerinde eskiden. Öyle çok da eskiden değil, 5-10 yıl kadar öncesinde bile vardı o umut, o anlamsız sevinç kıpırtısı. Bayrama ulaşmanın ötesinde bir heyecandı o. Hiç kimsenin hiç bir vaadi olmamasına rağmen kocaman bir "umut" doğardı içimizde. Neyin umudu, onu da bilmezdik.

Bayram bittiğinde, eş, dost, akraba, komşu, arkadaş, tanıdık tanımadık onlarca, yüzlerce insanla bayramlaşırdık. Öyle telefon üzerinden falan değil, tokalaşarak, sarmaş dolaş olarak. El öperek, göz öptürerek bayramlaşırdık. Sarmaş dolaş olur, ayak üstü de olsa en kısa bayramlaşma 5 dakika sürerdi. Bayramı kutlayıp, hal hatır sormamak olmazdı çünkü.

Bayram bittiğinde, arefe gün içimizde oluşan o umut yoğunluğu, sevinç kıpırtısı aklımıza bile gelmezdi. Belki de, o bayramlaşmalar, sarmaş dolaş olmalar, muhabbetler içimizi öyle ısıtırdı ki, eksikliğini duymazdık o anlamsız umudun. Sormazdık da kendimize...

* * *

Bilmiyorum siz de aynı fikirdemisiniz ama bu yıl Ramazan biraz farklı geçti. Bir Ramazan klasiği olan "oruç dayağı" haberi okumadık ilk defa bu yıl. Vatandaşlar arasında oruç tartışması yaşandığına da rastlamadım. Toplu taşıma araçlarında herkesin birbirine saygılı olduğunu, hatta iftarın yolda denk geldiği zamanlarda elindeki pideyi çevresindekilere doğru uzatıp ikram edenlere de rastladım. Huzurlu bir Ramazan ayıydı. Seçim stantlarına, rakip parti görevlilerine saldıran, birbirlerine hakaret eden siyasetin fanatikleri hariç. Endişe fırtınaları estirdiler içimde, huzurum kaçtı, soframın tadı da... Onları da Allah'a havale ettim ve "Hakkımı hiç helal etmeyeceğim" dedim kendi kendime...

Bayramda durmayacak siyaset fırtınası. Kolay değil, çok kritik bir seçim var önümüzde. Bundan sonraki seçimlerin bile kaderini belirleyecek bir seçim olacak. İktidar partisi ve hatta lideri hiç rahat değil. Bazı planlar aksamış, bazı projeler tutmamış gibi bir telaş seziyorum. Bunların analizini bayram sonrasında detaylarıyla yaparız. Ama bayramda da siyaset ülke gündemini işgal edecek. Keşke o kadarla kalsa, bayram huzurumuzu bangır bangır anlayamadığımız şarkılar çalan parti arabaları kaçırmasa.

Büyük Türkiye'nin, güçlü ve örnek ülkenin tüm Cumhurbaşkanı adayları yanyana dizilse, birbirlerinin bayramını kutlasa. Ve "Kimin rengi, dili, dini, mezhebi ne olursa olsun. Bu bayram hepimizin" diyerek bize büyük bir bayram sevinci yaşatsa... Bayram gerçekten bayram olsa.

İnanılmaz değil mi?

Dedim ya, ben bazen bayramlara sanki bir mucize olacakmış da çok farklı sevinçler yaşayacakmış gibi girerim. Bayram tadında bayramlarda buluşabilmek dileğiyle, mutlu, huzurlu bayramlar...