Kimi üç maymunu oynuyor, kimi ezberini bozmadan aynı teraneyi okuyor, kimi de sadece bir noktaya odaklanıp büyük fotoğrafın görülmesini bir şekilde perdeliyor. Kimler mi? Bu toplumun yazan, çizen, konuşan dinamikleri... Bazıları gazeteci, bazıları siyasetçi, bazıları din konusunda söz söyleme hakkını kendisinde gören kişiler.

Bir 3. sayfa haberi olarak gazete ve televizyonlara yansıyan "Kayınpederin damada aşkı"na kinayeli dokundurmalar yapan ve "Genç kayınpeder de damatla aynı ortamda durmasın mı?" diye soran koca koca meslek büyüklerimiz, bataklık yerine sineklerle oyalanmayı yeğliyor.

İstanbul Milletvekili Metin Külünk, "Deizm, gençleri bekleyen en büyük tehlike" derken, bu tehlikeye dikkat çekenleri aynı mahalleden bir gazeteci sert dille eleştiriyor ve "Böyle olsa bile neden topluma duyuruyorsunuz?" çıkışını yapıyor. Yıllardır yapılanı yani sorunları "bizim dönemimiz" diyerek halının altına süpürme hastalığının en basit yansıması bu.

"Dindar nesil" iddiasıyla çıkılan yolda büyük sapmalar olduğu, artık konferanslara da yansıdığına göre bu konunun peşini bırakmaz olmaz. Dindar nesil yetiştirme iddiasının değil, bunun nasıl yapılacağı ve ülkenin gelecekteki sahiplerine "din" olarak nelerin empoze edildiğinin peşini bırakmamalıyız. İster ateist olun, ister değist, "Elhamdülillah Müslümanım" diyen dürüst, samimi insanlar kadar sizin de bu işin üzerine eğilmeniz lazım...

* * *

Farkına varmadığınız bir sakatlık var bu tartışmada. "Dindar" diye tarif edilenler "Vahhabi-Selefi" İslâm yorumuna, bundan paçayı sıyırmak isteyenler de "deizm" veya "ateizm" kulvarına mahkûm ediliyor. Daha netini söyleyelim. Ya "dinsiz" kalıyorsun, ya da İslâmiyet diye Vahhabiliğin zehirlediği bir anlayışı benimsiyorsun...

Bu ülkede yıllardır Vahhabiliği yaymak üzere İngilizler eliyle kurulmuş mekanizmalardan beslenenler ve din otoritesi geçinenler var. Sarığı saran, sakalı bırakan ve üç beş Ayet söyleyip "ulema" kesilenler. Bir ayetin bir bölümünü söyleyip, ardından "hadis-i şerif" diyerek, sallıyor babam sallıyor. Cümlenin başı ile sonu arasından bir bölümü alıp kendisine göre yorumlayıp, din adına "ucube" raconlar kesiyor.

Tarihte de vardı bu tipler, bugün de var. Hem de hayli fazla. Rantı yüksek bir sektör olduğu için sürekli de artıyorlar.

Boşuna dememiş atalar "Yarım imam dinden, yarım doktor candan eder" diye... Bu tip "yarım"lar, ortaya "sapık"lar, "sapkın"lar, "katil"ler çıkarıyor. Bunlardan biri olmayan da "nobran bir din jandarması" gibi ortalıkta dolaşıp, diğer insanları "hizaya getirme" misyonunu yüklüyor kendisine. Vapurda, İBB'den izinli müzik yapan amatör sanatçı adaylarına "misyoner" diye saldırma hakkı görüyor kendisinde.

* * * 

Şimdi, "Sineği anladık da bataklık nerede?" diyeceksiniz. Her yerde. Hiç bir denetimin yapılmadığı, hiç bir pedagojik formasyon aranmadan birilerinin "eğitici" olduğu merdiven altı "medrese" adıyla kamufle edilen yerlerde. "Elhamdülillah devlet okulunda okuyup zehirlenmedim" diyenlerin geldiği yerlerde. "Çocuklarınızı sakın devlet okullarına gönderip, kafir olmalarına yol açmayın. Bundan Allah katında mes'ulsünüz ve cehennemlik olursunuz" diyenlerin hüküm sürdüğü yerler...
Bu tip dine de, topluma da zarar veren yerlerle ilgili "ters" kelam edenleri anında "zındık, kafir" ilan eden yerler. Gavurun icad edip ürettiği her türlü teknolojik aleti, olanağı kendisi kullanıp, "gözünü açmasın" diye çevresindekilere yasaklayanların hüküm sürdüğü "alamut kaleleri" buralar. Her türlü denetim ve bilimsel eğitim mekanizmasından, kayıttan uzak, görev yapanların kim olduğunun bilinmediği yerler...

* * *
Daha çarpıcı bir örnek vereyim ki; bu durumu neden çok ciddiye alıp, sürekli üzerinde durduğum daha net anlaşılsın.

Haber, diken.com.tr isimli internet sitesinde yayınlandı.

"İstanbul'da öğrenci evleri ve yurtlarında örgütleme çalışması yapan, gençleri Pakistan, Afganistan ve Suriye'ye gönderen El Kaide örgütleyicilerinin yargılanmasına, ailelerin yaptığı şikâyetlerin yedi yıl sonrasında başlanacak" denilen haberin ayrıntılarında çarpıcı bilgiler var.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı İstanbul Gençlik Rehabilitasyon ve Meslek Edindirme Merkezi'nin (İSMEM) Tuzla'daki öğrenci yurdunda yaşanıyor olay.

2011 yılında Tuzla'daki İSMEM öğrenci yurdunda kaldığı sırada El Kaide'nin sözde cihadına katılmak üzere Pakistan'a giden Olcay Aksoy'un annesi Dilek Aksoy'un şikayetiyle resmiyet kazanıyor başvuru. Aynı kurstan Mücahit Yağcı'nın babası Ahmet Ali Yağcı da oğlunun El Kaide ile birlikte cihada gittiğine ilişkin şikâyeti de aynı dosyaya eklenmiş. Teknik ve fiziki takiplerde pek çok çarpıcı bulguyu içeren polis fezlekesi 2014'te Cumhuriyet Başsavcılığı'na sunulmuş ancak soruşturma 'yetkisizlik' gerekçesiyle İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş.

Aradan tam 7 yıl geçmiş. Türkiye, DEAŞ gibi bir terör örgütüne çok kurban vermiş, Fırat Kalkanı'nı düzenlemiş. Bu arada 15 Temmuz gibi bir melaneti yaşamış, yüzlerce şehit vermiş....

Şimdi, 2011'de şikayet konusu olan olay, iki gencin can vermesinin üzerinden yıllar geçtikten sonra iddianameye dönüşmüş. İSMEM'de görevli birkaç kişinin adı geçiyor ama onların devamı yok dosyada. Sadece bu şahıslar yargılanacak.
"Bataklık" derken elbette İSMEM'i kastetmiyorum. El Kaide ile organize bağı olan kişilerin İSMEM'e kadar sızabildiğine göre, "merdiven altı" yerlerin akıbetini siz düşünün.

Siz şimdi tekrar "genç kayınpeder de damatlarıyla görüşsün mü" diye sormaya devam edin.