Roman ya da çingene, elekçi, şopar, esmer vatandaş gibi sıfatlarla isimlendirdiğimiz bu halkın çocukları, toplumumuz içinde varoluş çabasındalar... Taksim’de, Kadıköy Altıyol’da çiçekçi kadının gerçekte kim olduğunu, hangi kültürden geldiğini kaçımız biliyoruz? Bizler, darbuka ve kemanın neşeli tınılarının altındaki ağıtlara kulaklarımızı tıkadık. Aslında, atılan genç kız göbeklerinin, bir isyan olduğunu görmezden geldik.

Kimi çingene, dedi. Kimi roman, çengi, elekçi, kalaycı, falcı... Onlardan, “Ne Çingenesi be, Çingene değiliz, elhamdülillah Müslümanız”, diyen de oldu. “Esmer, Şopar, utanacak ne var; yani abi ya, bal gibi de Çingeneyiz işte” diyen de çıktı. Çerge, Kıpti, Kasnakçı... Edirne’nin kenar mahallelerinde tenhalarında üfleyince yıkılacakmış hissi veren derme çatma evlerde yaşadılar. Tenhalarına çadır açanlar oldu. Çoğu kendini müzisyen, davulcu olarak tanımladı.

Çingene kelimesi, ”neşe, sevinç“ anlamına geliyor. Onlara karşı olumsuz davranış ve yakıştırmalar nedeniyle bu sıfatla anılmak istemiyorlar. Geçmiş yüz yıllarda hayatı ”bir günlük uğraş“ olarak görmüşler. Çabaları, dertleri o bir günü kurtarmak olmuş. ”Bugün ekmeğimi bulayım, yarına Allah kerim“ Tasasızlık her gün biter, bittiği yerde yeniden başlar onlar için. Doğum oranı yüksek olan Çingene mahallelerinde, evlerinde sağlıklı ortam olmasa da çocuklar sağlıklı, hareketli olmuş. Çiğ sarı ve kırmızı rengin hâkim olduğu yırtık, paspal şeyler giyinmek onlara ırki bir haz vermiş. Kakava hariç...

5 Mayıs’ta Kakava Bayramı’nda bütün Çingeneler en güzel elbiselerini giyiniyorlar. Çeri başı, bütün Çingeneler’i dolaşıyor ve para topluyor... Bu, bir nevi ”hakkullah” Kimi zaman Kakava günü çeribaşı seçimi de yapılıyor. Çeribaşılar Osmanlı zamanın da büyük nüfuz sahipleriydi. Kekava’da, çoluk çocuk bütün Romanlar kendilerini koşarak Tunca, Arda, Meriç nehirlerine, göllere, ırmaklara atıyorlar; Sonra Sarayiçi’nde toplanıyorlar. Eğlencede sınır yok. Bir gün sonraki Hıdrellez gününü birleştiriyorlar. İki gün su gibi içki içip eğleniyorlar.

Sevgili dostlar, Niçin Çingeneler binlerce yıldan beri Kakava günü kendilerini suya atıyorlar? Bu sorunun cevabı, biraz sonra anlatacağım türkü hikâyesindeki garipliğin sırrını verecek. Efsane şöyle: Binlerce yıl önce, çingenelerin bir Tanrı-kralları varmış. Bu kral Kızıldeniz’de boğulmuş. Krallarının geri döneceğine inanan Çingeneler, onu karşılamak için her sene aynı gün kendilerini Kızıldeniz’e atıyormuş. Yüzlerce yıl sonra, bakmışlar ki kralın geleceği yok. Bu durum, matemden eğlenceye dönüşmüş. Artık kendilerini attıkları su Kızıldeniz değil, göçüp geldikleri yerlerde buldukları suya girmeye ve eğlenmeye başlamışlar.

Çingenelerde sıkı bir aile disiplini var. Evin reisinin bir dediği iki edilmez. Herkes kazandığını kuruşu kuruşuna evin reisine teslim etmek zorunda.. Paranın kumara, eğlenceye nereye sarf edileceğine evin erkeği karar verir.Dünyanın en kolay sevinebilen, küçük şeylerle mutlu olabilen insanları onlar. Kavga ederler hemencecik barışıverenler... Bir gün Çerinin en fakir adamının oğlu Eyüp, çeri başının kızı Güllü’nün elinden tutmuş: “Buranın erkekleri çok kızgın. Karılarını hemen döverler. Fakat ben evlenince seni dövmeyeceği” demiş. Daha çocuklarmış onlar. Çamurlu sokaklarda ayak çıplak baş kabak hoplamış zıplamışlar. Gacoların pis çingene diyerek üzerlerine attıkları taşlardan bir birlerini korumuşlar.

Eyüp’le Güllü, ekmeğe maro, suya pani, yemeğe abe demeyi öğrendiği günlerden beri bir birlerini bilmişler. Kim bilir kaç defa, “Panike piezmi” diyerek bir birlerinin susuzluğunu sormuşlar. Marıkahazmı, aç mısın diye sorarak ellerindeki kuru bayat ekmeklerini bölüşmüşler.

Yarınki yazımda Güllü ve Eyüp’ün dramının son perdesini yansıtacağım. Mendiliniz yanınızda olsun.