Türk sanat müziği repertuarında gönülle ilgili şarkıların sayısının bini geçtiğini biliyor musunuz. “Kalb”in, “yürek”in, “dil”in gönülle özdeşleştiği şarkıları türküleri sıralayacak olursak sanırım sayıları iki bini geçer. Bu durum başlı başına olağanüstü kültür zenginliğidir. Ya deyimlerimiz, atasözlerimiz…

N.Sami.Banarlı, Türkçenin Sırları’nda “gönül” kelimesinin dilimize kazandırdığı zenginliği  ne güzel anlatmıştı:

“….Gönül sözüyle nice dil ve gönül oyunları oynanır. Kelime, dilimize gönül dolusu söyleyiş kazandırır, dilimizde bir duygu ve mânâ âlemi uyandırır.

Gerçi gönül, insanın duygu merkezi demek, yürekteki mânevi taraf demektir, ama o bu kadarcıkla kalmaz: Gönül çekmek'de aşk olur, gönül vermek'de sevgi... Gönül yap-mak'da iyilik duygusuyla dolar, gönül almak'da hoşnut etmek, memnun etmek mânâlarına girer. Bunun içindir ki Azeri Türkçesi şâiri Şah İsmail'e atfedilen şu dörtlük:

Hatâ'î hâl çağında / Hak gönül alçağında  / Binbir Kabe yapmaktır  /Bir gönül al çağında

inceliğiyle, halkımızın gönlünde yaşamıştır. Bakınız alçaklık, ne kötü mânâda kelimedir, ama Türk halkı onu gönül'le birleştirir ve gönül alçaklığı veya alçak gönüllülük hâline koyarsa, bu, üzerinden bir tılsım geçmiş gibi birden bir fazilet mânâsı alır.

Böylece, gönül almak, gönül vermek, gönül eğlendirmek, gönlü açılmak, gönlü olmak, gönlü dolmak, gönlünü etmek, gönlüyle oynamak, iki gönül bir olmak, iki gönül bir olunca samanlık seyrân olmak; gönlü kalmak, gönül kırmak, gönülden kopmak, gönülden sevmek, gönlünce sevip gönlünce yaşamak ve daha sayısız gönül kelimeleri gönül oyunları, gönül yücelikleri, gönül duyguları duyup gönül şarkıları söylemek...  ..”

Evet “Hak, gönül alçağında.” “Bir gönül al çağında.” Cinas sanatının en güzel örneklerinden biri ve derin bir anlam.

Furkan Suresi, 63üncü ayetinde: “O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ...” diye buyruluyor. Yücelerden yüce Tanrı, Haç Suresi 34. ayette  "… Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver." diye alçak gönüllü olmanın karşılıksız kalmayacağını işaret etmekte.

Gönüle ilişkin onlarca deyimden birer birer söz edebiliriz. Ancak bir yazı  içeriğinde ancak ikisini özetleyebileceğim: “Alçak gönüllü olmak” ve “Gönül dostu olmak”…

“Kuşku yok, sevmekte herkesten önde; / Gönül yarışının alçağıyım ben.” Demiştim bir manzumemde. Dudak bükenler oldu. Oysa, yukarıda sözü edildiği gibi, alçak gönüllü olmak, Tanrı buyruğuydu. Buyruğun da ötesinde, acıma duygularıyla donanmış sevecen ve alçak gönüllü olmak, Yaratan’ın, en onurlu yaratığı insana bağışıydı.

Nihat Sami Banarlı’nın sözünü ettiği gibi, insanın değeri, alçak günülülüğü oranında yücelmekte. İnsanın kendisini olduğundan büyük görmesi, başkalarını küçük görerek gururlanmasına kibir, derler.   Alçak gönüllüğün olduğu yerde kibir, kibrin olduğu yerde alçak gönüllülük olmaz. Yüce Peygamberimiz, “Allah’ın kullarına karşı alçak gönüllü davrananı Allah yükseltir. Büyüklük taslayanı ise aşağılar” buyurmuştur..  Mevlâna’nın öğüdü ne güzeldir:

“Alçak gönüllülükte toprak, hoşgörüde deniz gibi ol!" 

Alçak gönüllü olmak erdemliliktir. Olgunluğun, güzel huyun işaretidir. Alçak gönüllü insanları Tanrı da, insanlar da sever. Derler ki, kibirlendiği, yükseldiği için ateşten şeytan;  alçak gönüllülük gösterdiği için topraktan Adem yaratılmış…

Mevlânâ, ”Bağlar, bahçeler, meyveler gönüldedir. Onların güzelliklerinin yansıması suya, toprağa vurmuştur. Gönül evine bak...Hele gönül gözü yok mu?...”der. Din bilginlerinin tümü, “Bir gönül, bir gönülden razıysa, yüce Tanrı da razı olur” görüşünde birleşirler.  Gönül eri olabilmenin temeli budur.

Ya gönül dostluğunun?

Gönül dostluğu ile günün dostluğunu karıştırmamak gerekir. Günün dostu sevginin sözünü eder, gönül dostu sevgiyi yaşar. Öyküyü bilirsiniz:  

Ermişlerden birine sormuşlar:

“Sevginin sözünü edenlerle, sevgiyi yasayanlar arasındaki fark nedir?”

“Göstereyim" demiş ermiş. Önce  sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları bir sofraya  çağırmış. Önlerine derviş kaşıkları denilen bir metre uzunluğundaki kaşıkları koymuşlar. Tabaklar içinde sıcak  çorbalar gelmiş. Ermiş:

“Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” demiş.

“Peki” demiş ve içmeye çalışmışlar. Ama nafile.  Kaşıklar  uzun geldiğinden, döküp saçmadan ağızlarına götüremiyorlarmış. Bir türlü çorbayı içmeyi becerememişler ve sofradan aç kalkmışlar. Bunun üzerine Ermiş:

“Şimdi sevgiyi gönlüne indirenleri çağıralım  yemeğe,” demiş. Yüzleri aydınlık, gözlerinin içi  sevgi ile gülümseyen ışıltılı insanlar gelmiş, sofraya oturmuşlar. Ermiş:

"Buyurun" deyince her biri uzun boylu  kasıklarını çorbaya daldırıp, karsısındaki kardeşine uzatmış. Böylece içmişler çorbalarını. Doymuşlar ve şükrederek sofradan kalkmışlar. Bunun üzerine Ermiş:

“İşte,” demiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini  görür ve doymamış düşünürse o aç kalacaktır. Kim kardeşini düşünür de doyurursa  o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz bunu da unutmayın.  Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır.”

Faruk Nafiz Çamlıbel, gerçek dostu bulamayan gönül için söylemiş olsa gerek:

“Çare yok,matemin çok derinse de,

Hasretin tükenmez yaşın dinse de.

Gençliği hoş geçti,eğlendinse de

Sanmam ki bahtiyar oldun,ey gönül!”

Gönül dostluğu, dostluğu yüreğinin yağları erircesine gönülden duyumsamaktır. Gönül dostluğu, dostun gönlüne  yürümektir. Gönül dostluğu güvenmektir, inanmaktır, ikilikleri kaldırmak, dostla tek yürek olmaktır. İki ten, iki kalp, iki gönül yoktur gönül dostluğunda.  Gönül dostluğu paylaşmaktır. Gönül dostluğunda  istemeye gerek kalmadan, gönülden gönüle giden yolda, gereğini yerine getirmek vardır. Gönül dostluğu, karşılık beklemeden vermektir. Gönül dostluğu, beklentilerin son bulduğu bir duraktır.

Gönül dostluğunda, dosta sınırsız sevginin adıdır. O sevgi ki, katlana katlana yaşatılır, çoğaltılır.

Gönül dostluğu, dostun sözüne üzülmemeyi öğrenmek demektir. Sitemsizliktir, gücenmemektir. Gönül dostluğu, dostun tokadının sevgiden geldiğine kabullenmektir. Gönül dostluğu, dost uğruna ölebilmektir. Dost için yaşayabilmektir. Dostun eli, kolu, gözü, kalbi olmaktır.

Gönül dostluğu dostuna bir nefes gibi, bir ses gibi yakın olmaktır. Gönül dostluğu, içtenliktir, doğallıktır, yalansızlıktır, iki yüzlülükten arınmaktır. Gönül dostluğu, gözyaşı olmaktır, yağan yağmur olmaktır.

Gönül dostluğu, dostun yokluğunda üşümektir. Cenneti bırakıp, dostun olduğu cehenneme yürümektir. Gönül dostluğu yangın olmaktır. Yanmaktır, kor olmaktır. Dağ olmaktır, evren olmaktır. Her şey olmaktır, hiç olmaktır. Gönül dostluğu, dost yolunda tükenmektir. Gönül dostluğu. Ağlayan gözlere sıcak bir sevecenlikle bir tatlı gülümsemeyle yanıt verebilmektir.

Gönül dostluğu, dostunun yüzünde gülücük açabilmektir. Onu hayata döndürecek bir damla su olmaktır. Gönül dostluğu dostun baktığı yerde, sustuğu yerde bulunmaktır.  Gönül dostluğu, dostun sığınacağı limanı,  dostun canının canıdır.

Gönül dostluğu dostsuz gecen gecelerin şafağıdır.

Gön görmüş kişiler, “Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olmadıkça iflas etmişliğini bilmez,” derler.  Gönül ehli olanlar bunu böyle bilir ve böyle söylerler ki:

"Gönül, yalan sözden esenlik bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. Doğru söz kalbe dinginlik verir. Doğru sözler gönül tuzağının taneleridir. Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o zaman doğruyla yalanın tadını alamaz. Fakat gönül ağrıdan hastalıktan uzak olursa, yalanla doğrunun tadını bilir.”

Ve yine gün görmüş, gönül bilmiş ermişler: "Gönül aynası arı duru olmalı ki, orada çirkin yüzü, güzel yüzden ayırt edebilsin,” demişler. Çünkü, gönülden gönüle, sözsüz, işaretsiz, yazısız binlerce hal yansır.

Arı biziz, bu bal gönül balıdır

Sonsuzdur sevgimiz sonu sorulmaz.

Kalbimizde büyür zeytin dalıdır

Dosttan ötesine sırdır görülmez.

Arınmış durunmuş dünya kirimiz,

Yesevî'den ışık alır dirimiz,

Hoşgörü ırmağı ulu pirimiz;

Kabe gibi gönül yapar yorulmaz.

Ak eller ki motif motif dokuya,

Renk renk, nakış nakış, dantel, oya;

Halıya, kilime, hırkaya koya,

İlmik ilmik sabretmeden örülmez.

Bizler sözün değil, özün nurlusu,

Yaratılanların en onurlusu,

Yaraşır sevginin türlü türlüsü;

Coşkundur sevdamız, taşar durulmaz.