Kimi maddelerin tat alma organımızda bıraktığı yakıcı duyum.

Tadı yakıcı olan, tatlı olmayan.

Koyu renk.

Çok keskin, yakıcı.

Üzüntü verici, dokunaklı.

Kırıcı, incitici, sert.

Önlenemez doğal olayların yarattığı üzüntü.

Dokunaklı bir biçimde.

Acı denilince aklınıza hangi tanım geliyorsa aslında sizin için acı odur. Bazılarımız için üzüntü, bazılarımız için değişiklik, kimimiz için sadece tat, kimimiz için incitici.

Acı çekmek ise, üzüntü ve keder verici bir durumda o durumun etkisinde olarak uzun süre geçmeyecek gibi üzülmek demektir. İnsani bir duygu olan acı çekmek gündelik hayatta oldukça fazla kullanılan bir deyimdir. Acı çekmek deyimindeki üzüntünün acı bir tat benzetimi yapılması acı çekmeyi daha iyi betimlemek için kullanılmıştır.

Acının bizde uyandırdığı anlamlar farklı olsa da acı çekmek deyimi hepimizde tek şeyi ifade eder. Sadece çekme süremiz ve şeklimiz değişiklik gösterir...

Değişiklik, zihinlerimizde her zaman kayıp ve acı çekmeyle eşit olarak algılanır. Değişiklikler olduğu zaman, kendimizi olabildiğince uyuşturmaya çalışırız. İnatla ve sorgusuz sualsiz, sürekliliğin güvenlik sağladığını ama buna karşılık süreksizliğin sağlamadığını farzederiz. Aslında süreksizlik yaşamımızda karşılaştığımız kimi insanlar gibidir. İlk bakışta bize zor ve rahatsız edici gibi görünen, fakat daha derin bir tanışıklıkta, tahmin ettiğimizden çok daha arkadaş canlısı ve güvenilir.

Bunun üzerinde düşünün: Süreksizliğin farkındalığı, paradoksal olarak tutunabileceğimiz, belki de bizim dayanıklı ve sürekli olarak sahip olduğumuz tek şeydir. Etrafımızdaki her şey ne kadar değişse ve yıkılsa da o devam eder. Yıkıcı bir duygusal kriz yaşadığımızı düşünelim… Tüm yaşamımız parçalara ayrılıyormuş gibi görünür. . . Eşimiz ansızın ve uyarısız bizi terkeder. Çok sevdiğimiz biri ölür. Dünya hala oradadır, gökyüzü hala oradadır. Elbette dünya bile zaman zaman titrer ve sallanır, sadece bize hiçbir şeyin kesin olmadığını anımsatmak için...

Bilim adamlarının da bize söylediği gibi tüm evren, değişim, aktivite ve süreçten başka bir şey değildir; her şeyin zemini olan şey, değişimin bütünlüğüdür.

“Her atomaltı etkileşim süreci, orijinal taneciğin yok oluşu ve yeni atomaltı taneciğin oluşumundan ibarettir. Atomaltı dünyası yaratılış ve yok oluşun sürekli dansıdır, kütle enerjiye, enerji kütleye dönüşür. Geçici formlar kısa süre için var olup sonra yok olurlar ve asla sona ermeyen, her zaman yeni yaratılmış bir gerçek yaratırlar.”

Yaşamımız bu geçici formların dansı değil de nedir? Her şey her zaman değişmiyor mu? Parktaki ağaçların yaprakları, bu kitabı okurken odanızdaki ışık, mevsimler, hava durumu, saatler, sokakta yanınızdan geçen insanlar, aşklarımız...

Ya biz? Geçmişte yaptığımız her şey şu anda bize bir rüya gibi gelmiyor mu? Birlikte büyüdüğümüz dostlarımız, çocukluk anılarımız, bir zamanlar içten bir tutkuyla inandığımız düşüncelerimiz : hepsini geride bıraktık.

Şimdi, şu anda bu yazıyı okumak size canlı bir gerçek gibi görünüyor. Bu sayfa bile yakında bir anıdan başka bir şey olmayacak.

Bedenimizdeki hücreler ölüyor, beynimizdeki sinir hüreleri bozuluyor, ruh halimize bağlı olarak yüzümüzdeki mimikler bile sürekli değişiyor. Temel karakterimiz sadece bir " zihin akışı " , daha fazlası değil. Bugün kendimizi iyi hissediyoruz, çünkü her şey iyi ve istediğimiz gibi gidiyor; yarın ise tam tersini hissediyoruz. Peki o iyi hisler nereye gitti? Şartlar değiştiğinde yeni etkilere teslim oluyoruz.

Bizler süreksiziz, etkiler süreksiz ve çevremizde kesintisiz, sürekli hiçbir şey yok.

Düşüncelerimizden ve duygularımızdan daha tahmin edilemez ne olabilir? Bir dakika sonra ne düşüneceğiniz ya da ne hissedeceğiniz hakkında herhangi bir düşünceniz var mı?

“Zihnimiz aslında bir rüya kadar boş, geçici ve süreksiz.”

Herhangi bir düşünceye şöyle bir bakın: Gelir, bir süre kalır ve gider. Geçmiş geçmişte kalmıştır, gelecek ise henüz yaşanmadı, şu andaki düşüncemiz bile, biz onu deneyimlerken geçmişe ait olur.

Gerçekten sahip olduğumuz tek şey 'şimdi' dir.