Bazı şair, yazar, devlet adamları var ki, Anadolu Kurtuluş harekâtına mesafeli olmuşlardı. Saray’ın yanında durmayı tercih etmişlerdi. Bu kararları Cumhuriyet sonrası geri planda kalmalarına neden oldu. Bugün sanatçı bir ailenin mensubundan söz edeceğim.

Zaman zaman yazıma bir soru ile başlıyorum. Lütfen, sizi sınava çekmek gibi bir hadsizlik yaptığımı sanmayınız. Sorduğum soruların pek çoğunu ben de bilmiyorum. Ama sizden ayrıcalığım kopya kağıtları benim elimde. Sizlerin öyle bir imkânınız yok.

Yine öyle başlayalım: Lemi Atlı’nın bir hüseyni şarkısı var:

Zaman olur ki ânın hacle-i visâlinde

Bir inzivâ ve o cânânı bîvefâ bulurum

Zaman olur ki gözümden kaçan hayâlinde

Hayat-ı ruhuma müşfik bir aşinâ bulurum “

Size bu şarkının güftekarını sormadan önce, günümüz Türkçesi ile karşılığını yazayım:

Zaman olur ki kavuştuğumuz odada, o sevgiliyi vefasız bulurum ve dünyadan elimi eteğimi çekesim gelir. Bazen de gözümden kaçan hayalinde, hayatım ve ruhum için şefkat dolu bir sevgili bulurum,” güz el değil mi?”

Elimde olsa da Münir Nurettin Selçuk’un hüzzam şarkısınınım sözlerini yazmadan önce size dinletebilsem:

Sahilden uzaklaştık elin şimdi elimde

Bir sisli hayâl olmadan en son emelimde

Fânîliği bir lâhzacık inkâr edelim de

Sevdâ ebedîdir ona îmân edelim de

Bir sisli hayâl olmadan en son emelimde…”

Bu şarkının güftesi de yukarıda sözünü ettiğim şarkının şairine ait. Kim olduğunu bilmeyebilirsiniz. Ama aşağıya yazdığım şarkıyı bilmeyenleriniz yoktur. Hatta pek çoğunuz bestekarı Sadi Hoşses’in sesinden de dinlemiştir:

Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey

Mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey

Dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken

Dünyada senin âşıkın olmak ne saadet

Bir bitmeyecek aşk u muhabbet ne güzel şey

Yıldızların altında ibâdet ne güzel şey…”

Efendim, Bu şarkıların güftekârı Ali Faik Ozansoy’du. 1876’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Birkaç nesil şair yetiştirmiş bir ailenin çocuğuydu. Asıl adı Mehmet Faik idi. Tarihçi ve şair Diyarbakırlı Saîd Paşa'nın küçük oğlu ve aynı devir şairlerinden Süleyman Nazif'in kardeşiydi. Oğlu Munis Fail Ozansoy da öyle.

İlk ve orta öğrenimini Diyarbakır'da, lise ve yükseköğrenimini İstanbul'da Mülkiye Mektebi'nde tamamladı Öğrenim yıllarında Servet-i Fünunculara katıldı. 1909'da Fecr-i Ati topluluğuna başkanlık etti.

Okulu bitirdikten sonra birçok yerde kaymakamlık ve mutasarrıflık görevlerinde bulundu. İlk görevi, ağabeyi Süleyman Nazif’in mektupçu olarak görev yaptığı Bursa’da maiyet memurluğu idi. Sındırgı, Burhaniye, Pazarköy'de görev yaptıktan Mudanya kaymakamlığına terfi etti.

1910’da Midilli’ye, ardından Erzurum’a atandı. 1914 yılında Kütahya mutasarrıfı olarak görevlendirildi. Kütahya’daki görevi sırasında askeri bir önlem olarak çıkartılann Tehcir Kanunu’nu Talat Paşa’nın baskılarına rağmen uygulamadı, şehrin Ermeni halkını korudu.

Mütareke döneminde birkaç ay Diyarbakır valiliği yaptı. 1920’de Dahiliye müsteşarlığa getirildi ise de, iki ay sonra kabinenin düşmesi sonucu, bu görevden istifa etti.

Faik Ali Bey, Diyarbakır valiliği sırasında 1919’da Erzurum Kongresi’ne şehirden heyet gönderilmesi istendiğinde reddetmişti; bunun etkisiyle cumhuriyetin ilanından sonra kendisine görev verilmedi.

Ailesi ile İstanbul’a gitti. Fransızca ve Türkçe öğretmenliği yaptı. Geçim sıkıntısı çekti.

1933’de oğlu Munis ile birlikte Ankara’ya geldi. Şiirleri Fani Teselliler (1908), Temasil (1912), Elhan-ı Vatan (1915) adlı kitaplarda yayınlandı . Payitahtın Kapısında (1918), Nedim ve Lâle Devri (1950) piyesleri arasındaydı.

Aşağıya aldığım güftesini, Fethi Karamahmutoğlu eviç, Rüştü Eriç ise Rast makamında bestelemişti:

Bilmiyordum sevgiden bir gün haber verdin bana

Saçlarından gözlerinden buseler verdin bana

Sevgiler aldın da benden hep keder verdin bana

Hangi birgün sevdiğim kalbinde yer verdin bana?”