Yemen, 1918 yılından önce, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir ili, Yedinci Ordu'nun da merkeziydi. Tarih boyunca Arap yarımadasında birçok isyanın odak noktası olmuştu.
Önceleri 1. Selim ile Mısır'a giden Yeniçerilerin bazıları Yemen'e geçmiş, daha önceden buraya yerleşmiş, Çerkezlerle küçük hükümetler kurmuşlardı.
Yemen'in yüksek bölgelerinde Zeydi imamlar hüküm sürüyordu. 1538'de Kaçurat sultanı, Portekiz istilasına karşı Kanuni’den imdat istemiş, bunun üzerine gönderilen Mısır Valisi Hadım Süleyman Paşa, Aden'i almıştı. Otuz yıl süren türlü karışıklıklardan sonra 1568'de Sinan Paşa Yemen’i tamamen ele geçirdi. Ancak 1599 yılına kadar isyanlar bitmek bilmedi. Zeydilerin lideri El Kasım 1618'de barış anlaşması yaptıysa da, kısa sürede yine anarşi kol gezmeye başladı.
Necid'de başlayan, sonra tüm Arabistan'a yayınlan Vehabilerin harekâtı 1800'lerde başladı. 1810'da Kavalalı Mehmet Paşa buraları işgal etti. l843'de Hüseyin Paşa, 1865'de Rauf, 1871'de Ahmet Muhtar Paşalar Yemen'e girmek zorunda kaldılar. Son isyanı 1904'den sonra İmam Yahya başlatmıştı. On dört yıl sonra Yemen tamamen İmam Yahya'ya teslim edilmişti. Ama binlerce evladımızı da o çöllerde bırakmıştık.
Rumeli'den özellikle Edirne ve Selanik gibi Türk illerinden kura ve redif taburları ile on binlerce Türk evladı, okuldan yeni mezun olmuş genç subaylarla hareket etmişler, ama hiç birinden haber alınamamıştı.
Anadolu'dan giden askerlerin dramı yolculukta başlamıştı. Bir isyan çıkarabilirler endişesi ile bunlar İstanbul’a sokulmamışlar, aylar süren yaya yolculuğu ile ya doğrudan doğruya Arabistan'a, ya da İzmir'e kadar süren yolculuktan sonra, vapurla Mısır, Süveyş ve Yemen'e ulaşabilmişlerdi.
Adının yalnızca Âşık Hasan olduğunu bildiğimiz bir Anadolu delikanlısının Yemen yolculuğunu anlatan yüzlerce kıtalık destanından bir dörtlük aktararak bu yolculuğun çetinliğine ışık tutmak istiyorum:
Felek siyah yazdı beyaz yazımı
Gam u kasavetle örttü gözümü
Babasız bıraktı körpe kuzumu
Yaradan Hüda’dan geldi ne çare…
Hiç bahar görmedim bülbül ötmedik
Bize denir muradına yetmedik
Üç yavru var henüz tüyü bitmedik
Dideler yaş ile doldu, ne çare...
Mecitözü’ne geldik öğle vaktında
Herkes siyahlığın buldu bahtında
Gözümüz kalmadı Hünkâr tahtında
Hasretlik hatıra geldi, ne çare...
Cuma günü dâhil olduk Çorum'a
Nihayet yok efkârıma, zarıma
Can daraldı sığmaz oldu derime
Gam hançeri bağrımı deldi, ne çare...
Zabitan olanlar sence gider
Kimi göğsün döğer, kimi ah eder
Bizi Sungurlu'ya götürdü kader
Mekânımız mescit oldu, ne çare...
Nice sıkıntılar çektik yollarda
Ahvalimiz destan oldu dillerde
Her gece çadır kurduk çöllerde
Felek bizi yola saldı ne çare...
Ankara'ya kuşluk vaktinde erdik
Dizilmiş kara treni de gördük
İkişer olduk da içine girdik
Ayağımız yerden çekildi, ne çare...
Bir merak var herkesin yüzünde
Biz de kaldık şimdi derya yüzünde
Yalan yoktur bu Hasan'ın sözünde
Griftar-ı gurbet oldu, ne çare...
Yemen'in her taşı toprağı Türk kanı ile ıslanmıştı. Bunun içindir ki, halk edebiyatımızda, hıçkırık dolu birçok türküde, destanlarda Yemen yaşamaktadır Bu türküler, hasretin yankısı, ihtiyar anaların, babaların, gelinlerin hıçkıran sesidir. Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün en çok sevdiği türküler arasında Yemen türküleri vardı. Gözleri nemlenerek dinlediği anlatılır:
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift kundurası; bir de fesi var.
Ano Yemen'dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir?