Bize "Arap baharı" diye yutturulan Büyük Ortadoğu Projesi'nin, ABD'nin bölgeye kök salması, İsrail'in güvenliğinin garanti altına alınması ve enerji kaynakları ile nakil hatlarının yeniden dizayn edilmesi olduğunu artık net bir şekilde biliyoruz. Türkiye, bir dönem bu projenin en önemli aktörüydü. Gerçi Libya'da olaylara fazla müdahil olma gücümüz yoktu ama sınırımızın hemen öte yanındaki gelişmelerde önemli roller üstlendik. Özellikle Suriye'de...

İçerisinde 100 yıl öncende yarım kalmış tüm emperyalist projelerin güncellenerek yeniden devreye sokulduğu Büyük Ortadoğu Projesi'nin Türkiye'ye ağır maliyeti oldu bugüne kadar.

Mısır'la ilişkilerimiz bozuldu, Ortadoğu ticaretimiz ağır darbe yedi.

Ülkemizde, 4 milyona yakın Suriyeli mülteci var ve bu yükü tek başımıza taşıyoruz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığına göre Suriyeli mültecilerin maliyeti bugün için 25 milyar doları buldu.

ABD'nin sinsi operasyonuyla Rus uçağının düşürülmesinin ardından kaybettiklerimizin mali boyutunu henüz rakamlara bile dökemiyoruz. Rusya'ya ihracatımızın sıfırlanması yanında turizm gelirlerinden de mahrum kaldık.

Bunların hepsinin ekonomiye yansımalarını bugün daha sıcak ve sancılı hissediyoruz. Hükümetin aldığı teşvik kararları, borç yapılandırmaları, tasarruf teşvikleri yeterli olur mu bilemiyoruz. Ama çoğunluğu yabancı sermayenin elinde olan bankacılık sisteminin, gittikçe derinleşen krizi çözme yolunda atılan adımlara ayak direttiği gayet açık. Bunu, Başbakan Binali Yıldırım da dillendiriyor ve "Tefecilikten vazgeçin" diyerek çağrı yapıyor bankalara. Daha sert tedbirler alınabileceğini de belirterek.

Sınırlarının ötesindeki gelişmelere kayıtsız kalmayıp, daha etkin bir politika izleyen Türkiye'ye karşı "ekonomik kıskaç" uygulandığının net bir şekilde farkındayız artık...

Peki, siyaseten ne durumdayız? Dostlarımız, omuzdaşlarımız, müttefiklerimizden beklediğimizi bulabildik mi?

Çünkü, Büyük Ortadoğu Projesi'nin Irak ve Suriye'den sonra Türkiye'nin sınırlarını dizayn etmeyi de içerdiğini, bu oyunu güçlü ittifaklar kurmadan bozamayacağımızı da gördük.

* * *

ABD, artık eskisi kadar "güvenli" bir müttefik değil. Çünkü, hem bizi Musul'dan uzak tutmak için elinden geleni yapıyor, hem de Güney sınırlarımızda Türkiye'den de toprak talep eden Suriye PKK'sını müttefik yaptı kendisine ABD. Verdiği hiç bir sözü tutmadığı gibi terör örgütlerinden oluşturduğu güçlerle kuşattığı Türkiye'yi tehlikeli sulara doğru sürüklemek için elinden geleni de yapıyor.

ABD'nin bizi uzak tutmak istediği Musul'da yer almak için iki dayanağımız vardı: Birincisi Barzani'nin Türkiye'den yardım istemesi, daha doğrusu davet etmesi. İkincisi de Musul'da bulunan Sünni aşiretlerin Türkiye'ye çağrıda bulunması...

Barzani, daha Musul harekâtı başlamadan bize adres olarak Bağdat'ı gösterdi. Barzani'nin yayın organı Rûdaw üzerinden geldi açıklama: Barzani "Musul'un kurtarılmasının Kürdistan Bölgesi için özel bir önemi var ve bu, Kürdistan Bölgesi'nin siyasi önceliğidir. Bu çerçevede Peşmerge Güçleri ile Irak Ordusu arasında anlaşma yapılmıştır."

Ardından günler sonra yine Rûdaw aracılığıyla "Ankara eğer Musul operasyonunda yer almak istiyorsa, bunun yolu Bağdat'la anlaşmaktan geçiyor" dedi Barzani...

Peki, Musul operasyonu nasıl planlandı ve Türkiye'ye nasıl bir rol biçildi?

Bunu da harekât başladıktan sonra İsrail yayın organlarından öğrenmek mümkün. Çünkü Irak'a "sessiz" ama "yakından ilgi" gösteren İsrail, harekâtı yakından takip ediyor. Örneğin; İsrail Televizyonu Kanal2'de Arapça Haberler Müdürü Ehud Yaari, operasyonu yorumlarken ilginç şeyler söyledi.

Harita üzerinde anlatarak, "Musul harekatında güneyde Irak ordusu, batıda Kürtler, Sünni milisler ve Türkmenler, Kuzeyde ise Asurlular yani Suriyeliler var" dedikten sonra şunları söylüyor Ehud Yaari:

"Haritaya dikkatle bakacak olursak Musul'un kuzey Batısında açık olan bir koridor bulunuyor. Amerikalılar karar vermeli. Bu koridoru IŞİD'e açık mı bırakmalıdırlar ki Kuzey Suriye'de Fırat istikametine doğru kaçabilsinler. Yoksa koridoru kapatarak oldukça büyük bir meydan muharebesine  ve IŞİD'in 12 bin kişilik ordusu ile savaşmayı mı istiyorlar?"

* * *

Ehud Yaari, analizini "Şayet Amerika bu azgın atların her birini kontrol edemezse bunlar arasında oldukça kanlı bir savaş olma ihtimali çok yüksek" sözleriyle bitiriyor.

İsrail basınında yer alan savaş stratejilerinde ise, IŞİD militanlarının kaçabilecekleri tek açık kapının Türkiye olduğunu, Amerika'nın bu bölgeyi kasten açık tuttuğu yer alıyor. Böylelikle Türk ordusunun, kendi sınırlarına doğru ilerleyen IŞİD militanlarıyla uğraşırken Musul'dan uzak duracağı da dillendiriliyor.

100 yıllık Musul meselesi, müttefik ve dostlar için tam bir turnusol kağıdı haline geldi. Barzani, zaten Tarık Haşimi yüzünden aramızın açık olduğu Bağdat'a yönlendirdi bizi. Musul'daki Sünni ve Türkmenlerden de beklediğimiz "davet" gelmedi.

ABD ise, BOP'un ortağıyken hedefi haline getirdiği Türkiye'yle ilgili adımlarını netleştirmek için başkanlık seçimlerini bekliyor.

Rusya mı? Obama ile Putin'in kadeh tokuşturduğu BM toplantısından bu yana yaşananları göz önüne alınca, pek umutlu olamıyor insan...

Evet, düşmanlıkları azaltıp, dostlukları artıralım. Ama kimlerle ve nasıl?