Dün bu sayfadaki yazımda Zeki Ömer Defne’den söz etmiş ve yazının sonunda bugün iki yıl farklı olsa da zaman tünelinin aynı gününde vefat eden Orhan Şaik Gökyay’dan söz edeceğimi belirtmiştim. Orhan Şaik’i bir yazıda anlatmam mümkün değil. Bugün hayatından üç beş enstantane paylaşmakla yetineceğim,

1922 yılında Ankara Darülmuallim’in (Öğretmen Okulu) son sınıfına kayıt oldu. İyi derece ile bitirdi. 1923’ten itibaren Anadolu’nun çeşitli okullarında öğretmenlik yaptı.

1927’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne kaydını yaptırdı. Aynı zamanda Yüksek Öğretmen Okulu imtihanını da kazanarak öğrenimini iki okulda sürdürdü. 1931 yılında Kastamonu Lisesi edebiyat öğretmenliği ile tekrar öğretmenliğe başladı.

1967 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. 81 yaşında tekrar eğitim hayatına dönerek 1992 yılına kadar Marmara ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde ders verdi.

Şairliği’nin yanında, Orhan Şaik Gökyay’ın edebiyatımızdaki ağırlıklı yeri makaleleri, incelemeleri, eleştirileri özellikle telif ve çeviri eserleriyle bilim adamlığı.

İlk telif eseri, 1938 yılında basılan "Dede Korkut"tu. Bu eserle Orhan Şaik, “Dede Korkut'un torunu" unvanını almıştı.

Orhan Şaik Gökyay, Kâtip Çelebi'ye çok önem vermişti. Onu, düşünce sistemi açısından çağının çok ilerisinde, İslamî bilgilerle müspet bilimlerin sentezini sağlayan bir bilgin olarak görmüştü.

1957 yılında yayınladığı "Katip Çelebi" ile ilgili kitabını müteakip, onun eserleri üzerindeki çalışmalarına devam etmiş ve Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar ile Mizanü'l-Hakk fi ihtiyari'l-Ahakk adlı eserlerini bugünün Türkçe’si ile yayınlamıştı.

Orhan Şaik Gökyay 'ın eleştiri konusunda yayınlanmış çok değerli 2 eseri vardı. Bunlar, "Destursuz Bağa Girenler" ve "Düçent­name". 1982 yılında yayınlanan "Destursuz Bağa Girenler"de 1936-1982 yılları arasında yazdığı 47 eleştiri yazısı yer alıyor.

Orhan Şaik Gökyay’ın sevgi ve hoşgörü alanında sınırsız olduğunu yakınları, örgecileri iyi bilirler. Ancak "Destursuz Bağa Girenler"e, girmekle kalmayıp hatasında ısrar edenlere karşı katıydı. Bu kişilerin yazılarındaki, konuşmalarındaki kendisini rahatsız eden her yanlışı, okuyucuya aktarmakla ve onun doğrusunu öğretmekle kendini görevli kılmıştı... Çok iyi bilmektedir ki, düzeltilmeyen yanlışlar, başka yanlışları doğuracaktı.

Türk kültürüne, gelenek, göreneklerine ve her türlü milli değerlerine karşı en küçük bir aşağılamaya tahammülü yoktu. Bunlarla adeta kedinin fare ile oynaması gibi oynar, alaya alır ve sonra belgeleriyle, örnekleriyle gerçekleri öğretirdi.

Zeki Ömer’in dün yazıma eklediğim “Nereden Teşrif” şiiri kadar Orhan Şaik’in de Dedem Korkut’un büyük Kahramanı Kanturalı'nın yavuklusu Salçan Hatun'un adıyla ayaktaş olan bütün gelinlik Türk kızlarına armağanı olan şiirini severim.

Senden yüz yıl önce gelip dünyada,

Seni bekliyorum o gün bu gündür...

Gâhi gurbetlerde, gâhi sılâda

Seni bekliyorum o gün bu gündür...

 

Gözlerim yollarda, yolum uzakta,

Sen gül sularıyla yunmuş kucakta;

Bense yapayalnız buz kesmiş yatakta,

Seni bekliyorum o gün bu gündür...

 

Beşiklerde kundaklarda bir sübyan;

Al güller içinde bir bebek bir can;

Gözleri simsiyah, dudaklar mercan,

Seni bekliyorum o gün bu gündür...

 

Evcilik oynardın telli duvaklı,,

Ben uzaktan seyrederdim meraklı,

Yıldızlardan inmiş bir gül yanaklı,

Seni bekliyorum o gün bu gündür...

 

Gözlerin konuşkan, dilin çocuksu,

Gülücüklerin berrak bir içim su,

O nasıl kahkaha, gökler dolusu,

Seni bekliyorum o gün bu gündür...

 

Uyandım ki bakışların değişmiş,

Yürümen bambaşka şaşılacak iş!

Gördüğüm düş gerçeğe mi dönüşmüş?

Seni bekliyorum o gün bu gündür...

 

 Desem tabir eder mi ki rüyamı,?

Kabul etti deyim, hayra yorar mı?

Umudum var saracaktır yaramı;

Seni bekliyorum o gün bu gündür...

 

Ölüm akla gelmez insan sevince;

Sonunu düşünmez, inceden ince...

Ne gündüzüm gündüz ne gecem gece,

Seni bekliyorum o gün bu gündür...