Anılar sarmalında gece ile gündüzü vuslata erdirdiğim günler çoğaldı. Başkası da hatırlamış mıdır? Ap ansız Nermin Olgaç’ı anımsadım ve birlikte sabaha ulaştım.

Pera Palas otelinde rahmetli Feyzi Halıcı, Gültekin Samanoğlu ve ben oturuyoruz. Karşıda oturanlar arasında kulağı az duyan, mağrur bakışlı çakır çerkez gözlerinde tebessümünü yakaladığım Nermin Olgaç var. Ne kadar doğru bilmiyorum, yaşça, başça benden büyükler, Behçet Kemal Çağlar’ın bu kadına âşık olduğunu söylerdi. Öğrendiklerim arasında şapkasız sokağa çıkmadığı, süslenmemenin ayıp sayıldığı dönemde, Beyoğlu kadını olduğu ve ve yaşı yüzünden yaşam biçiminden taviz vermediğiydi.

Behçet Kemal Çağlar’ın ona yazdığı şiiri arayıp bulmuş ve bir programda okumuştum:

‘‘Güzellik aşkıdır gözlerde tüten

Başucunda mehtap, solunda Nurten

 

Sağında ruhu da dini de aydan

Tanrıların oturduğu saraydan

 

Her zaman asil aşkıyla gelen

Her zaman musiki faslına gelen

 

Bir peri var; muzip, firari, şirin

Çelik yaydan kavi, ipekten Nermin

 

Cihanı yakar sam gibi lodos

Zekanın atında süvari çerkez

 

Görür çiğner geçer adım başında

Canlar yakar Nişantaşı'nda...’’

Behçet Kemal, bugün de onun için bir şiir yazsaydı, sanırım yine aynı dizeleri sıralardı. Çünkü onun hayata bakışı, alışkanlıkları, geçen yıllardan etkilenmemişti. Yetmiş yaşındaydı. O zaman ben yetmiş yaşını çok, çok uzaklarda sanırdım. Yalnız yaşıyor olsa da dostlarıyla yaşamın güzelliklerini paylaşıyor, haftada bir konserlere gidiyor, yeni kitapları takip ediyordu. En sevdiği renk kırmızıydı. Makyajında kırmızı tonlara ağırlık veriyor, saçını kızıla boyatıyor, giysilerinde, evinin dekorasyonunda kırmızıyı tercih ediyor, modayı takip ediyordu.

“Torunumun çocuğunu gördüm ama yaşımı hiç düşünmem. Bazı insanlar 30 yaşında da ihtiyar olabiliyor, hatırlatayım,’’ demişti.

Nermin Olgaç, siyasete de atılmış, Beyoğlu Belediye Meclis üyesi seçilmişti.  Ölen eşi ünlü bir hukukçu olduğu için çevreleri genişti. Yahya Kemal'ler, Behçet Kemal'ler, Mesut Cemil'ler birlikte olduğu sanatçılardandı.

Eşi ve dostlarıyla her akşam masa başında akademik bir toplantı gibi, bilimsel ve kültürel sohbetlerle vakit geçiriyordu. Olgaç. Gönüllü çalışmalarına devam ediyordu. Hürriyet gazetesinde çıkan bir söyleşi de şöyle söylemişti: ‘‘Ben devrelerimi çok güzel yaşadım. Güzel oldum, akıllı bulundum, yetenekli bulundum. Bundan başka ne isteyebilirim ki? Kendimle çok barışığım. Bana diyorlar ki estetik ol. Niye olayım ki, insanların belki yüzlerini değiştirebilirsiniz ama bakışlarını, ifadelerini asla... Ben muzip bir kadınım. Torunlarımla onların çocuklarıyla oynuyorum, oyalanıyorum ama o kadar....’’

Hayattan şikâyet eden, sağlık problemlerini anlatan, kötümser insanların yanında durmazdı. Pera Palas’ta düzenlenen şiir günlerine katılırdı. Bir toplantı öncesi telefonda haftanın onuşunun bahar olduğunu söylemiştim. Konuşma sırası ona geldiğinde şunları söylemişti:

“Burada ikinci değil üçüncü baharını yaşayanlar var. Baharımı yaşayamadan kendimi kadın olarak buldum. İdeal anne, ideal eş olmak için uğraştım. Çıkın bakın sonbahara, ilkbahardan daha güzel değil mi? Yapraklar dökülmüş. Yürüyün kuru yaprakların üzerinde ama kolunuzda biri olsun. Neticede ben sonbaharım, çok mu kötüyüm?”

O gün konuklar arasında Safiye Ayla’da vardı. O da, ‘‘Sen sonbaharsan ben de kışım,’’ demişti.

Hatırlıyorum: Bir sonbahar programının sonunda “Of be! Sonbahar hep hüzün müdür, içim karardı,” demişti. Gönül Halıcı Hanımefendi’nin Nermin Olgaç’a ithaf ettiği sonbaharın güzelliklerini anlatan şiirini hatırlıyorum.

Toplantılarımıza katılanlardan hayatta kimler kaldı bilmiyorum. On yıla yakın zaman önce ölen Nermin Olgaç’ı bir gece yarısı zaman şeridinin ruloları içinde benden özge kimler hatırlar?