Yarım asrı devirenler çok iyi hatırlar…

Doğu blokunun çökmesi ve Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla sınır kapıları açılmış, yıllardır özgürlüğe hasret kalanlar dünyayı görmeye başlamıştı…

Biz de Sovyetler Birliğinin içler acısı halini çok daha iyi anlamıştık.

Karadeniz’de Sarp kapısının açılmasıyla Gürcistan üzerinden binlerce insan akın akın Artvin ve Rize’ye, hatta Trabzon’a geliyordu. Gelenler bir nevi bavul ticareti yapıyordu; getirdiklerini meydanda, pazarda; imkân buldukları her yerde satıyorlardı.

Rus malları çok kalitesizdi ancak sudan ucuzdu. Türkiye’de bir bardak çay parasına birçok Rus malı alınabiliyordu. Karadenizliler, tabiri caizse ceplerindeki bozukluklarla bol bol alışveriş yapıyordu.

Hatta Rize’nin sahilinde Rus pazarı kurulmuştu. Bildiğin kalıcı pazar yeriydi ve Ruslar orada mal satıyordu…

Sadece Rus malı ucuz değildi, Rus iş gücü de bedavaya yakındı. Bir işçinin fiyatına 5 yabancı çalıştırılabiliyordu… Hem de iyi iş biliyorlardı, birçoğu üniversite mezunuydu…

“Üniversite mezunu, burada boyacılık yapıyor, fabrikada işçilik yapıyor, tezgahta üç kuruşluk malları satıyor” diye bize çok garip geliyordu…

Yöre halkı Rus diyordu; ama çoğunluğu Rus bile değildi. Gürcüler, Azeriler, Ermeniler çoğunluktaydı…

İstanbul ve Trakya’ya da Bulgarlar ve Romenler akın ediyordu. Onlar da ucuz mal getiriyor, satıyordu. Hatta İstanbul’un merkezi yerlerinde pazarları vardı.

Romenler ve Bulgarlar da meslek sahibiydi, üniversite mezunuydu ve İstanbul’da ucuz iş gücüydü…

Şimdi devir değişti… Ruslar artık mal getirmiyor. Aksine daha ucuz diye Türkiye’den alıp götürüyor.

Ucuz işçi olarak çalıştıracağın Rus bulmak mümkün değil. Karadeniz’de çay ve fındık toplayan Gürcüler var; yerli insana verilen parayı teklif ediyorsun, beğenmiyorlar. Daha fazlasını istiyorlar…

İstanbul’da ucuz Romen veya Bulgar bulmayı geçtim, işçi olarak çalışacak Romen ve Bulgar kalmadı…

Son durum Bulgarlar, Edirne’ye geliyor, bol bol alışveriş yapıyor, arabalarının bagajını doldurup ülkelerine dönüyorlar.

Bulgaristan’a oranla, Türkiye’de alışveriş yapmak daha kârlı; Türk Lirası değer kaybedince Bulgar levası ile çok daha fazla şey alınabiliyor.

Henüz birkaç yıl öncesinde 1 TL, onlarca Bulgar levası ederken, şimdi 1 leva için neredeyse 10 TL ödeniyor.

Çok değil, 20-25 yıl önce ekonomik olarak geri kaldıkları için, üzüldüğümüz, acıdığımız insanlar; şimdi bizim durumumuza üzülüyor, acıyor.

Rus ve Bulgar üniversite mezunları nasıl tezgahtarlık yapıyor ve fabrikada işçi olarak çalışıyor derken üniversite mezunlarımız tezgahtarlık işini bile bulamıyor.

25 yıl önce Bulgaristan ve Romanya ile aynı kategoride olmayı zül addederken, bugün birçok insan Bulgaristan ve Romanya vatandaşı olabilmek için uğraşıyor.

Dedesi, ninesi, hatta büyük halası Bulgaristan veya Romanya’dan göç edip gelenler, soy bağından yararlanarak vatandaş olmak istiyor.

Bazıları övünerek sık sık söyler ya; “Nereden nereye?” diye…

Gerçekten çok doğru; nereden nereye sürüklendik!

*****

Dumanla haberleşmek

Okyanusta yol alan bir gemi fırtınaya dayanamayarak batar. Dalgalar, gemiden sağ çıkan tek kişiyi küçük, ıssız bir adaya kadar sürükler.

Adam ilk günler kendisini kurtarması için Allah’a yakarır ve umutla ufuktan gözünü alamaz.

Bu arada sahile rüzgârdan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yapar. Gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye taşır.

Günler kurtulmak umuduyla, duayla geçerken bir yandan da balık avlar, pişirip yer ve ufku gözler.

Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkar, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını görür.

Başına gelebilecek en kötü şeydir bu.

Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştır.

“Allah’ım, neden?” diye feryat eder.

Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyanır.

Gemi sahile yaklaşır ve adamı kurtarır…

Adam gelenlere; “Benim burada olduğumu nasıl anladınız?’ diye sorar.

Verdikleri cevap adamı iyice şaşkına çevirir: “Dumanla verdiğiniz işareti gördük.”

*****                 

TEBESSÜM

Nefis köreltmek

Gariban derviş iftara davet edilmiş. Ömründe hiç görmediği yemeklerden bol bol yemiş. Yemeği çok fazla kaçırınca yerinden kalkamayacak hale gelmiş. Dervişi, küfeye koyup bir hamalın sırtına vermişler:

- Bunu evine götür, çok yedi yürüyemiyor…

Yolda giderken bir cenaze görmüşler. Küfedeki derviş, hamala sormuş:

- Zavallı neden ölmüş acaba?

- Ziyafette fazla yedi, kalbi dayanamadı öldü…

Küfedeki derviş iç geçirmiş:

- Yedin mi rahmetli gibi yiyeceksin, bizimki nefis köreltmek…

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Utancı giden kimsenin kalbi ölür.

Hz. Ömer (R.A)