Çocukluğumuzun kışlarını ocak başlarında, sobaların yandığı toprak damlı evlerin odalarında yaşadık.  Sokağı dolduran kar nedeniyle kar tünelleri açtığımızı, karlara bata çıka okula gidişimizi unutamam.

Kış nostaljileri yaşamak takıntılarıma takılıp kalıyorsa hoş görünüz. Geçen yıl kış şarkıları mırıldanmıştım. Yeni yılın ilk ayının ortasına doğru ilerlerken, kış musikisinin rüzgarına kapılıp esi esiveresim geliyor. Hicazdan başladım. Falıma ne çıktı?

Kış geldi firak açmadadır sineme yare

Vuslat yine mi kaldı güzel başka bahara”

Ne gam, ne tasa. Bahara ulaşayım da vuslat o zamana kalsın.  Severim bu şarkıyı. Belli ki, kış gelince, bahara kadar bir birinden ayrı kalan sevgililerin özlemini yansıtıyor. Başka şekilde de düşünebiliriz:

Kış gelince yuvasına kapanan yalnızca sevgili mi? Yoksa âşık mı? Soğuktan, kardan korkuyor da sevgilisine gidemiyor mu?

Kavuşmayı bahara erteleyen âşık sıcak bir odadadır. Penceresinin sıkı sıkıya kapatmış, soğuğun zerresi içeriye girmiyor. Soba veya şömine çıtır çıtır yanmakta. Camdan dışarıya bakıyor. Yaprakları dökülmüş ağaçlar, karla kaplanmış. Yer beyaz bir örtüyle kaplı. Damların saçaklarından buzlar sarkıyor. Bir yandan da kar yağıyor. Cenap Şehabettin’in “Elhan’ı Şita’da dediği gibi:

 “Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân,

(Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçışarak)

Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân

(Bazen uçmada tüyler gibi, bazen dökülmede)

Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,

(Karlar, sessizliğin dualarının bütün nağmeleri)

Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun.

(Karlar, ruhların bahçelerinin çiçekleri)

Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök.

(Dök siyah toprak üstüne, ey göğün eli dök.)

Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:

(Ey göğün eli, izzetin eli, kışın eli, dök :)

Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;

(Bahar çiçekleri yerine beyaz kar)

Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi.

(Kuşların nağmeleri yerine ümidin suskunluğunu.)

 Evet kar göklerden emeller gibi rizan olmakta. Bizim âşık dışarıya bakıp:

“Dışarıda müthiş soğuk olmalı. Bu havada insan evden dışarı çıkar mı?” diyor. Evden çıkmaya, aşk ateşinin bile hız vermediği bu âşığın sevgilisi olsaydınız, “Vuslat yine mi kaldı güzel başka bahara?” sözüne karşılık ne derdiniz?

Her halde avucunuzu açar gözüne doğru dayayarak:

“Nah!” derdiniz. “Boşuna beklersin.”

 Ben olsaydım, şu şarkıyı söylerdim:

“Karlı dağı aştım geldim

Aşk oduna düştüm geldim

Ben yâre kavuştum geldim”

 Aşık dediğin böyle olmalı. Şirin’e kavuşmak için dağları delen Ferhat gibi olmalı. “Karlı dağı aştım geldim” demeli. Çünkü sevgiliden ayrılış âşığın gül benzini soldurur. Engellere aldırış etmeden ona kavuşmak için kendini karlı dağlara vurur. 

İster iki bakış açısı deyiniz, isten iki duygu iklimi. Ortaya “Pencere’den kar geliyor” dizesini atsanız, benim ruh dünyamdan bir uzun hava yükselir ve ciğerimi dağlar. Aliye Akkılıç’ı radyodan dinlemiş kuşağız. Şimdi bilip hatırlayan var mıdır? Lütfen hiç olmazsa giriniz YouTube benzeri bir mecraya ve dinleyiniz ki, sizinle ruh yoldaşı olalım. Bakalım kaç kişiyiz? 

“Pencereden kar geliyor, aman annem

Gurbet bana zor geliyor, aman annem

Gurbet bana zor geliyor, ben öleyim

 

Sevdiğimi eller almış, aman annem

O da bana ar geliyor, aman annem

O da bana ar geliyor…”

Şimdi  bir de pencereden nazenin bir dilberin gözüyle bakalım: Karlı dağları aşıp gelen aşığın sevgilisi de gözleri pencerede bir şarkı dilindedir:

“Pencereden kar geliyor”

Bu esnada karlara gömüle gömüle yaklaşmakta olan genç âşığı görüverir. Üstü başı kardan bembeyaz olmuştur. Ama rüzgâra, tipiye, engellere aldırış etmeden yürümektedir: Şarkının kalanı sevgilinin dilinden dökülüverir:

“Karşıya baktım yâr geliyor

Vay amman aman vay hey

Terzi kolların kırılsın

Eşime de yelek dar geliyor

Vay amman aman vay hey”

 Sevgili dostlarım, şarkıların kanadında sizi bir başka nostaljiye götürmek istiyordum. Ama yerim doldu. Onu da yarın yazayım.