Bu yıla Ahmet Haşim’in 140. Doğum yılı diyebiliriz. Niçin “diyebiliriz” dedim. Doğum yılı ile ilgili farklı tarihler veriliyor. İbnülemin Mahmut Kemal’in  Ahmet Haşim hayattayken, 1932 yılında yayınlanan Son Asır Türk Şairleri’nin Üçüncü cüzünün  567 nci sayfasında 1884 tarihi bulunuyordu. Yazar, bu tarihi, Ahmet Haşim’in kendi yazdığı tercüme-i halinden (özgeçmişinden) aktardığını belirtiyordu.

Bağdat'ta doğdu. Babası Bağdat’ın tanınmış ailelerinden Alusizadelerden  mülkiye kaymakamı Ahmet Hikmet Bey; annesi Kahyazadeler'in kızı Sara Hanım'dı.

Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri nedeniyle ilköğrenimini düzenli bir şekilde yapamadı. 12 yaşında babasıyla İstanbul'a geldi. 1897'de Galatasaray Sultanîsi'ne yatılı olarak verildi.

Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin'in etkisinde kaldı. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi kişiliğine ulaştı.

1909'da kurulan Fecr-i Âtî'ye girdi. "Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek"  Prensibinden hareket eden Fecr-i Âtî grubunun yayın organı Servet-i Fünûn dergisinde şiirler yayınladı

Ahmet Haşim, (1912) yılında Fecriati'nin dağılmasından sonra uzun süren bir suskunluk dönemine girdi.

1920’de, Senây-i Nefise Mektebi’nde estetik ve mitoloji öğretmenliğine atandı. Düyûn-ı Ümûmiye İdaresi’ne girdi. Ayrıca, Harp Akademisi ile Mülkiye Mektebi’nde de Fransızca öğretmenliği yapmaktaydı.

Bu arada, Falih Rıfkı ile Necmettin Sadak’ın kurduğu Akşam gazetesinde fıkralar yazmaya başladı. Kısa zamanda, nesir alanında da gücünü gösterdi. Aynı dönemde Dergâh dergisi yayımlandı. Dergiyi çıkaranlar arasında –Yahya Kemal’in yanında- Haşim de vardı. İlk sayıda “Bir Günün Sonunda Arzu” şiiri basıldı (15 Nisan 1337/1921)

“Yorgun gözümün halkalarında

Güller gibi fecr oldu nümâyân,

Güller gibi… Sonsuz, iri güller,

Güller ki kamıştan daha nâlân,

Gün doğdu yazık arkalarında!

 

Altın kulelerden yine kuşlar,

Tekrârını ömrün eder i’lân,

Kuşlar mıdır onlar ki her akşam,

Âlemlerimizden sefer eyler?

 

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Bir sırma kemerdir suya baksam;

Akşam, yine akşam, yine akşam,

Göllerde bu dem bir kamış olsam!..   Piyale, 1926

Vezin: Mef’ûlü / meâilü / feûlü”

Dergi gibi bu şiirin çıkışı da epey yankı yarattı.

Şiir, yeniliği ve kapalılığı dolayısıyla tepkiyle karşılandı. Mizah dergilerinde yergilere, alaylara konu oldu. Bunun üzerine, Haşim aynı yıl “Şiirde Mana ve Vuzuh” başlıklı ilginç savunmasını yayımladı. Buna göre, şiir bir gerçekçilik habercisi değildir. Şiirin dili, anlaşılmaktan çok duyulmak için oluşmuş, sözden çok musikiye yakın bir orta dildi. Şiirde her şeyden önce önemli olan kelimenin anlamı değil, cümledeki söyleniş şekliydi.

Kelime hayalleri ve ahenk endişeleri arasında anlam güneş tutulmasına uğrarsa, ruh onu ahengin lezzeti ile telafi eder. Aslında anlam, ahengin telkinlerinden başka nedir?

Göl Saatleri adlı ilk şiir kitabı Dergâh yayını olarak çıktı. Kitap büyük ilgi gördü. Yergiler ve övgüler birbirini kovalar.

1924’te Düyûn-ı Ümûmiye’den aldığı ikramiye ile Paris’e gitti. Yazı orada geçirdi. Mercure de France dergisinin Ağustos sayısında Türk Edebiyatının Şimdiki Eğilimleri, başlıklı bir incelemesi yayımlandı. Tük edebiyatının Tanzimat’tan sonraki oluşumunu açıklıyordu.

Paris’ten döndüğünde, Lozan Antlaşması gereğince, Düyûn-ı Umûmiye dağıldı. Haşim buradan Osmanlı Bankası’na geçti. 1926’da ikinci kitabını, Piyâle’yi çıkardı. Bu dönem, Haşim’in en verimli yıllarıydı.

Bir yandan Ali Naci Karacan’ın İkdam gazetesine fıkralar, makaleler yazarken, bir yandan da Meş’ale dergisine denemeler, eleştiriler yetiştirdi. 1928’de, kendini muayene ettirmek ve biraz deniz havası almak isteğiyle ikinci kez Paris’e gitti.

Yarınki yazımda Ahmet Haşim’in rahatsızlık yıllarını anlatacağım.