Çocukluğumuzun unutulmaz şarkısıydı; “Bugün 23 Nisan; Neşe doluyor insan” diye başlardı.

Bugün şarkıyı, keşke aynı heyecan ve umutla söyleyebilseydik…

23 Nisan’da ve diğer milli bayramlarda neşe ile dolan, umutla geleceğe bakan kaç kişi kaldı?

Tüm milli bayramlarımızı yok sayan, umursamayan bir zihniyet eskiden beri vardı. Ama görünen o ki, son zamanlarda çok daha etkin ve etkili olmaya başladı…

23 Nisan 1920… Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir…

Egemenliğin, eski ifade ile hakimiyetin kayıtsız şartsız Türk milletine geçtiği tarihtir…

Egemenliğin kayıtsız şartsız millete geçmesi, birilerine itaatin ortadan kalkması ve kul olmanın engellenmesi, belli ki bazı çevrelerin çok zoruna gitti…

Hiç boş durmadılar; her daim değişik ayak oyunlarıyla Türk milletinin başına çorap örülmek isteniyor.

Bugün hepimizin vicdanını sızlatan, acıtan olaylar yaşanıyor, yaşıyoruz.

Atalarımız kanıyla canıyla bu vatanı bize kazandırdı. Her ailede en az bir şehit var.

Sadece Milli Kurtuluş Savaşında değil, bugün bile şehit acılarıyla sarsılıyoruz.

Her karışı değil, her santimi şehit kanıyla sulanan kutsal vatanımız yol geçen hanına döndü.

Kim olduğunu, ne olduğunu bilmediğimiz insanlar; mülteci, göçmen ayaklarıyla elini kolunu sallayarak ülkemize geliyor.

Ne gelenlerin kim olduğuna bakılıyor, ne de kayıt tutuluyor.

Suriye’den savaştan kaçıyorlar dendi, “ensar muhacir” muhabbeti yapılarak milletimizin direnci kırıldı.

Suriye’de savaş kalmadı, af ilan edildi; gelenlerin dönmeye niyeti yok...

Bayramlarda “savaş var” dedikleri ülkelerine gidiyorlar, bayramı kutlayıp yine dönüyorlar. “Savaş varsa nasıl olur da bayramda gidebiliyorsunuz?” diye soran bile olmuyor.

Dikkat edin önümüz bayram; yine çoğunluğu ülkesine gidecek, bayram sonrası geri dönecek.

Ülkemizi mesken tuttular, daha da beteri Türkiye’de Türk milletine meydan okuyacak kadar hadlerini aştılar.

Türk milletinin güvenliği kalmadı, sokakta, caddede her yerde Suriyelilerin, Afganların, Pakistanlıların tehdidi altında yaşıyoruz.

Milletin öfkesini yatıştırmak için üç beşini sınır dışı ettiklerini söylüyorlar ama hadsizlik, ahlâksızlık maalesef her geçen gün artarak devam ediyor.

Ne yazık ki, Necip Fazıl’ın ifade ettiği gibi “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” durumuna düşürüldük!

En hazin tarafı da bu kadar vahim olaylar karşısında bile kangren haline gelmiş bu soruna karşı tedbir alan da yok, umursayan da…

Sorun sadece mülteciler değil, uzun zamandır Türk vatandaşlığı parayla satışa çıkarıldı. Bazı ülkelerde parayla Türk vatandaşı olabilirsiniz diye reklam yapılıyor.

Sadece 250 bin dolarlık ev alan, eşi ve çocuklarıyla kayıtsız şartsız Türk vatandaşlığına kabul ediliyor.

Parayı bastıran Ugandalısından, Çinlisine kadar Türk vatandaşı olabiliyor.

Türk vatandaşlığı bu kadar mı ucuz? Üç kuruş döviz gelecek diye Türkiye’nin milli serveti nasıl olur da yabancılara kayıtsız şartsız satılabiliyor?

Ülkemiz bu şartlarda iken nasıl neşe dolalım, çocuklar gibi şen olalım!

*****

Özgürlük getiren Cuma hutbesi

Kahramanmaraş’ı Fransızlar işgal etmişti. Fransızlardan yardım gören Ermeniler şımararak taşkınlık yapmaya ve niyetlerini açıklamaya başladı.

Uzunoluk hamamından çıkan kadınların peçesini açmak isteyen Fransız üniforması giymiş Ermeni askerlerine Sütçü İmam; “Durun bre dinsizler” diyerek silahını ateşledi ve başörtüsüne uzanan elleri kırdı…

Bu işgal, Maraşlıları düşmana karşı tek vücut haline getirdi.

Fransız general, işgali kutlamak için bir gece Kahramanmaraş’ta bir balo düzenler. Baloya Ermenileri de davet eder.

Baloya çok güzel bir Ermeni kızı gelir. Fransız general, Ermeni kızını gözüne kestirir ve dansa davet eder.

Fakat Ermeni kızı; “Kaledeki Türk Bayrağı inmedikçe sizinle dans edemem” deyip generalin teklifini geri çevirir.

Bunun üzerine Fransız general askerlerine; “Kaledeki o bez parçasını indirin” diye alçakça bir emir verir.

Ertesi Cuma günü, Maraşlılar kaledeki Türk Bayrağının indirilip yerine Fransız bayrağının asıldığını görürler.

Maraş halkı üzgün ve çaresizdir. Cuma ezanı okunur ve halk Ulu Camide toplanır. Sinirler gergin, herkesin morali çok bozuktur.

Caminin İmamı Rıdvan Hoca, Cuma hutbesi için minbere çıkar ve cemaatin şaşkın bakışları arasında, Türk Bayrağını eline alıp şöyle der:

“Ey cemaat, minbere Cuma hutbesi için çıkmadım, bilesiniz. Cuma namazı hür insanlar için farzdır. Kalesinde kendi bayrağı dalgalanmayan bir memlekette Cuma namazı kılınmaz. Önce bayrağımızı yeniden dalgalandıralım, sonra namazımızı kılalım” der.

Bir anda camide tekbir sesleri yükselir. Halk bu duygu ve cesaretle kaleye hücum eder.

Fransız askerleri korkudan ne yapacağını şaşırır ve Türk Bayrağı tekbir sesleriyle yeniden kaledeki göndere çekilir.

Halk o gün Cuma namazını kalenin burcunda kılar.

“Silah gücüyle inen bayrağımız, iman gücüyle yeniden dalgalandırılmıştır.”

Ulu Cami İmamı Rıdvan Hocanın; “Maraş bize mezar olmadan, düşmana gülizar olmaz. Kalesinden Türk Bayrağı dalgalanmayan ülkede Cuma namazı kılınmaz” sözü tarihe altın harflerle yazıldı.  

*****                 

TEBESSÜM

Bizden biri

Cumhuriyetin on ikinci yıl dönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştı.

Bunlar içinde şöyleleri vardı:

“Atatürk bizim en büyüğümüzdür”, “Atatürk bu milletin en yücesidir”, “Türk Milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı.”

Atatürk listeyi dikkatle gözden geçirir. Bunlar ve bunlara benzeyenleri çizerek, hepsinin yerine kendini en iyi ifade eden şu satırı yazar:

“Atatürk bizden biridir.”

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Bu memleket tarihte Türk’tü, halen Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.

Atatürk