Onun için yazdığım bir yazıda “Ten Toprağa, Toprak Güle Dönüştü” demiştim. 16 Ocak 2004’de beklenmedik bir zamanda vefat etmişti. O gün eşi arayıp cenazeyi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti önünden kaldırıp, Bandırma’ya götürmek istediklerini söylemiş, yardım istemişti. Gerekenleri yapmıştım. Cemiyet önünde tabutunun başında elem içinde konuşmuştum. Bu yazıyı 20. Ölüm yıl dönümünde değil bir hafta sonra yazıyorum. Merak ettim, anan hatırlayan bir kimse olacak mı, diye. Zor şartlar altında Size dergisini çıkarırdı. Çevresinde pek çok şair, yazar günün dostları eksik olmazdı. Demem o ki, kimse havalara kapılmasın. Ölmeye gör.  

O günü unutmam mümkün değil. Rahmetli Mehmet Zeki Akdağ telefonla ilk haberi vermişti. Dilimdeki şarkıyı “Günün minesi soldu” diyemedim, “Gülün teni soldu;” kelimelerini mırıldandım.

Gülten Çiçek, kültüre en alt düzeyde önem verilen günümüz Türkiye'sinde, aralıksız olarak on sekiz yıl kültür dergisi çıkarabilme                     başarısı gösteren bir sanat savaşçısıydı.  Bu savaşta, bileğinin gücü, yıl­mayan azmi, gönlünün yüceliği, örnek yetenekleri ile zaferi hak etmişti. Altmışlı yıllara doğru Ban­dırma' da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada yaptıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun oldu.

Gülten Çiçek gazeteciliğe benim yanımda başladı. Çok hevesliydi. Kısa zamanda aşamalar kat etti. “Bir Şiirin Hikâyesi için yazdığım oyunlardan en çok Gülten Çiçek için yazdığım oyunu sevmiştim. Bir şiirini ele almıştım: “Adını Sen Koy”

Özlerim ben seni seninle bile

Vuslat mı, hasret mi adını sen koy.

Aşkınla yakıp da düşürdün dile

Sevgi mi, nefret mi adını sen koy.

 

İlk ve son aşkımdın gençlik çağında,

Sevgi çiçeğimdin gönül bağında,

Öyle yer etmiştin kalp otağında,

Sıla mı, gurbet mi adını sen koy.

 

Aşkının ateşi yakar kavurup

Rüzgârım olursun aşkla savurup

Bağrımı delersin bakınca durup

Nazar mı, hiddet mi adını sen koy.

Gülten’le ağabey kardeş ilişkimiz sürdü. Zaman zaman güftesi ona ait olan şarkıyı hatırlarım. Hicaz makamında Eyüp Uyanıkoğlu bestelemişti:

 "Bir mektup gelse gurbetten,

Pullar seni hatırlatır                           

Yürek kavrulur hasretten

Yollar seni hatırlatır.

 

Sensin gönlümdeki dilek,

Seni gördü açtı çiçek

Kovanlarda petek petek

Ballar seni hatırlatır..."

Bir gün sormuştum:

- Gülten?

- Efendim.

- Mutlu musun?

- Çok!

- Gerçeği mi söylüyorsun?

- Kutsal bildiğin her şeyin üzerine yemin ederim ki gerçeği söylüyorum.    İnan çok mutluyum. Zaferi Tanrı çıkardı karşıma. Yüce yaratanıma ne kadar şükretsem azdır.

- Pişman mısın?

- Hayır... Ne geçmişte yaşadıklarımdan ne de şimdiki evliliğimden. Hiç pişman değilim.. Şimdi gerçek mutluluğu buldum.  Acılarım tatlı bir anı şimdi. Hem de ömrüm olduğu sürece, saygıların en yücesini duyabileceğim manevi değerlerin en yücesini verebileceğim bir anılar yumağı... İnanır mısın? Hayatımın bu cildini sevgi ve saygı çiçekleri ile benzeyip, sarıp sarmaladım, gönül sarayının en güzel köşesine, kutsal bir kitapçasına yerleştirdim.      

Gülten Çiçek; Zafer Tural ile hayatını birleştirdi. Şiir yolunda ilerledi. Alçak gönüllülüğünün bir göstergesi olarak şiirlerini dergisinin son sayfasına koyardı. Şiirlerinden bestelenmiş şarkıları zaman zaman radyolarda, televizyonlarda dinlerken, "Bizim Gülten"in diye yanımdakilere söylerdim. Daha önce "Adını Sen Koy" ve "Elden Ele Meşale" adlı kitaplarını beğenmiştim.

Herhangi bir kişi bir kitap yazar ve adını “Zaferim” koyarsa, garip karşılar, dudak bükerim. Oldum olası böbürlenmeyi sevmem. Ama Gülten Çiçek kitabına “Zaferim” adını verirse, işte orada dururum. Hak veririm.

"Zaferim"i açıp "Sevgili Eşim Zafer'e" ithafını okuyunca, ona hak verdiğim için kendime de hak verdim.

Şu satırlar aynen Gülten'in:

"Kırk yaşıma kadar süren yalnızlığımdan sonra ben yerine artık biz dediğim bir devreye girdim. Daha önce kendi başıma yaşadığım günümü, gecemi; sevincimi, hüznümü paylaştığım bir güzel insan var artık. Sevgili eşim Zafer'im..."

Gülten Çiçek Tural, 16 Ocak 2004’de aramızdan ayrıldı. Acaba Tanrı, bu mutluluğu çok mu gördü?