Gizemi ve adrenalin salgılatan olayları seven bir milletiz. Heyecan verici olaylara öyle odaklanırız ki, onun dışında çevremizde ne olup bitiyor farkına bile varmayız. 15 Temmuz'dan bugüne her yerden bir FETÖ hikâyesi fışkırıyor. Kimi yaşadıklarını anlatıyor, kimi şahit olduklarını... Yargı kumpasıyla yıllarını cezaevinde geçirenlerin yaşadıklarına hepimiz şahit olduk. Diğerleri ise "vay anasını" dedirten şeylerden ibaret...
Geçtiğimiz hafta, Fethullah Gülen'e ilk "resmi" görevi Turgut Özal'ın verdiğini ve ardından "hizmet hareketi" denilen hareketin devletle iç içe girme sürecinin başladığını anlatmıştık. Önce Dışişleri, doğal olarak da istihbarat teşkilatı ile "paralel" çalışma içerisine girmişti FETÖ denilen örgüt...
Devamında neler oldu, örgütün "açılım" politikasına kimler öncülük etti, cemaatleri arka bahçe olarak zulada tutmayı seven siyasetçiler hangi aşamalarda bu örgüte ne tür yardımlarda bulundu şahit olduk bunlara.
Siyasetçi-cemaatçi ilişkisi, tamamen "menfaat" ve "kazan kazan" üzerine kurulmuştur. Bir de üzerinde mutabık kalınan ortak hedefler varsa, hiç kimsenin yaptığı uyarılar işe yaramaz. Ya "erken öten horozun başı kesilir", ya da "doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur" atasözü yaşanır. Geçmişte benim de yaşadığım gibi...
* * *
15 Temmuz'un hemen ardından ortaya çıkan onbinlerce insanı kapsayan listeye bakınca, FETÖ'nün ahtapot gibi her yere nüfuz ettiğini görüyoruz. Yargı sisteminin neredeyse her aşamasına (YSK hariç galiba) sızmış cemaat üyelerinin mağdur ettiği insanların yürekler yakan ve "Nasıl bir ruh halidir ki, bu kadar vicdansız olabiliyor" diye düşünmeden edemiyor insan. "Kendi halkının üzerine füze atan, bomba atmaktan geri durmayan, kurşun yağdırabilen bir vicdandan ne bekliyorsun ki?" diye sorduğunuzun farkındayım. İşte, bu soruya cevap bulmak zorundayız. Akla, vidana sığmayacak şeyleri bir emekli vaiz onbinlerce insana nasıl yaptırabiliyor?
Bu soruya benim verebileceğim tek cevap var: Biat kültürü...
Öyle "üç harflileriyle insanları etkiliyor", "hipnoz yöntemleri kullanıyor", "telekinezi ile beyinleri yönlendiriyor" gibi uçuk kaçık izah tarzlarına hiç itibar etmiyorum. Bu tür bahanelerin ardına sığınanlar, hâlâ çıplak gerçeği söylemekten kaçınanlardan başkası değil. "Gülen teşkilatı sayesinde gücüme güç katıyordum, yollarım açılıyordu, saadet zincirini sürdürüyordum, koltuğumu koruyordum" diyen bir tek kişiye rastladınız mı? Ben rastlamadım...
* * *
İslâm dünyasının, Muaviye'den bu yana "biat" sorunu vardır. Biat etmeyen "öteki"dir, "düşman"dır, "kafir"dir hatta. Tekfircilerin de en büyük dayanağı bu değil midir? IŞİD'in halifesi de gücünü "biat" edenlerden alır, Fethullah Gülen de, diğer kapalı cemaatler de...
Akıl, mantık, sorgulama, ölçüp biçme, muhakeme etme gibi mefhumlar zinhar "fitneci" yapar sizi. İstişare de, meşveret de sadece kayıtsız şartsız biat edenlerle yapılır. Dolayısıyla, biat edilenin verdiği karar zaten mutlaktır. Çünkü, postun sahibi "rabıta" (Peygamber A.S. ile istişare) ile kararlarını alır. Zaten o, Allah dostudur ve ondan doğrusunu kimse bilemez. Kur'an ayetleri okunduktan hemen sonra "Şüphesiz Allah en doğrusunu bilir" (Sadakallahül Azim) denildiği halde... İslâm'ın tek değişmez başvuru kaynağı Kur'an-ı Kerim olduğu halde, hem Kur'an ile, hem de Allah ile arasına "yaşayan" aracılar koyanlar, Fethullah Gülen ve benzerlerinin en büyük sermayesidir. "Biatsa biat, itaatse itaat" kültürü sürdüğü sürece, "altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet" denilen yapılanmalar var olmayı sürdürecek. Bunun adı Türkiye'de FETÖ, Suriye ve Irak'ta IŞİD, Afganistan'da Taliban, Nijerya'da Boko Haram olur, ama hem sistem aynıdır hem de insan kaynağı olanların çıkış noktaları: Biat...
Biat edenler, şeyh uçurmayı sevdikleri için, müridi olduklarına öyle sıfatlar, öyle vasıflar yüklerler ki, Kur'an-ı Kerim'i biraz bilenler bile "ama bu şirktir, bid'attir" diye tepki gösterir...
* * *
Şeyhler, hocalar, siyasetçiler dahil tüm "yönetim" kademesinde olanlar için en tehlikeli tip de "biatçi"lerdir. Yanlış giden bir şey görseler bile, biat ettikleri kişiye bunu söylemekten çekinirler, korkarlar ve o yanlışın sürmesine gönüllü hizmet ederler... Biat edenleri önemseyen yöneticiler bu yüzden, kendilerini uyaran insanları da sevmezler, çevrelerinden uzak tutarlar...
Tüm bunları, bundan sonrası için yazıyorum elbette. Geçmişe dönük hesaplar nasılsa hem toplum vicdanında, hem yargı organlarında görülecek. Birileri de tekerlek kırıldıktan sonra yol göstermeye devam edecek... Ben mi ne yapacağım? Kovulduğum 9 köyü umursamayıp, vakitsiz öten horoz olmaya devam edeceğim elbette. Öttüğüm vakiti erken bulanların hallerinden ibret alıp dersler çıkararak tabii...
Devran dönüyor, bir gün geliyor haklı olduğun ortaya çıkıyor nasılsa...