Bir 24 Kasım’ı daha geride bıraktık. Yüce Atatürk’ün başöğretmenliği kabul etmesi elbette öğretmenlerimiz için bir onurdu. Ama öğretmenler, bir gün değil her gün onurluydu.
Başımızın tacıydı. Bunlar sözde övgü değil, gerçeğin kendisiydi. Birkaç gün bu konuya değineceğim.
Hor görülen, itibarsızlaştırılan, asgarinin asgarisi ücretle çalıştırılan, atama bekleyen öğretmenlerimizden söz edeceğim. Onların unutulan ve görmezden gelinen niteliklerine küçük dokunuşlar yapacağım.
Mehmet Akif’ten bir alıntı yaparak yazıya başlayayım:
“Donanma, ordu birer ihtiyaç-ı mübrimdir.
O ihtiyacı, fakat öğreten muallimdir.”
Milli Şairimiz diyor ki, donanma, ordu, zorlu ihtiyacımızdır. Ama, o ihtiyacı bize öğreten ise öğretmendir.
Politika benim işim değil. Ama şu cümleyi yazmazsam, günlerce yüreğimi cendereye sokan işkenceden kurtulamam. Öğretmeni dinlemeyen, hor gören, sorusunu yanıtlamayan, çalışma ve dayanışma ortamına dinamit atan, dayatmacı kişileri yetiştiren de öğretmendir.
Her gün elleri öpülesi öğretmenlerimize, hiç olmazsa bir demet kasımpatı niyetine birkaç şiir sunmak isterim. Onların yüceliği karşısında yalnız ayaklarımın bağı değil, dilimin de bağı çözülürse beni affedin.
1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan 1353 sayılı kanunla, Arap alfabesi yerine Latin alfabesi kabul edilmişti. Bu tarihten itibaren yeni harflerin öğrenilmesi ve okur yazar sayısının artırılması için seferberlik başlatılmıştı. 24 Kasım 1928 tarihinde açılan, Millet Mektepleri'nde, yaşlı, genç, çocuk, kadın... herkese yeni harflerle okuma yazma öğretilmişti.
Millet Mektepleri'nin açılışı ve Ulu Önder Atatürk'ün Başöğretmenliği kabul tarihi olan 24 Kasım günü, 1981 yılından beri Öğretmenler Günü olarak kutlanılıyor.
Yurdumuzun en uzak köşelerinde bile, görevlerin en kutsalını yerine getirmekte olan, yalnız yavrularımızı değil, yavrularımızla birlikte bütün geleceğimizi aydınlatan öğretmenlerimize içten saygılarımızı sunuyoruz.
Savaşın kazanılması için gerekli olan üç şey para para para olarak sıralanır. Ulusça kalkınmamızın tek çıkar yolu olarak önce eğitim, sonra eğitim, daha sonra yine eğitim diyebiliriz.
Çoğunlukla yakındığımız bilgisizlikten, sistemsizlikten, düzensizlikten, gerilikten, din, ahlâk, düşünce alanlarındaki kargaşalardan ve benzeri sorunlardan bizi kurtaracak tek yoldur eğitim.
Öğretmen şairlerimizde Halim Yağcıoğlu’un bir şiiri var bileceksiniz:
“Bir şaşkın karanlık içinden
Bir yüce su aktı gitti
Öylesine inanmışlardı kendilerine
Başları dikti.
Alınları pırıl pırıldı şubat güneşinde
Ağır ağır geçiyorlardı yayan,
Türkiye’mdi bu, Türkiye’min kaderiydi
Sağır göklerde kaybolan.
“Fikir ordusuydu” bu
Dövülen taşlanan vurulan
Köylerde, ilçelerde, kentlerde
Boğaz tokluğuna unutulan.
Öğretmenlerimdi bunlar, çileli öğretmenlerim
Vatanı vatan yapan, insanı insan
Koşup gelmişlerdi naçar,
Ta Edirne’den, Hakkâri, Van’dan.
Bir sessiz çığlıktı bu
Baş öğretmenin önünde,
Bir kere daha inandım ki kardeşim
Türkiye’m altın günlerin eşiğinde. “
Gerçekten Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yaşlımız gencimiz, köylümüz, kentlimiz, ulusça tutulacak eğitim yolunun; yükselişin, aydınlığa kavuşmanın tek yolu olduğuna inanıyordu.
Ancak bu yolla, geriliği, karanlığı, iç ve dış tehlikeleri bir yana itmemiz, aydınlık yarınlara ilerletmemiz mümkün olacaktı.
Kiminle çıkacaktık bu yolculuğa?
Kuşkusuz öğretmenlerimizle.
Her çeşit bilginin, tekniğin baş döndürücü bir hızla çoğaldığı bu uygarlık dünyasında, öteki insanlarla, öteki ülkelerle eşit haklarla yaşamak, ilerlemek için sürekli bir eğitim seferberliğine muhtacız.
Yarınki yazımda öğretmenlerimizin az zamanda Cumhuriyet Türkiye’sinde yazdığı destanlardan örnekler sunmaya devam edeceğim.