Bu yazıyı 13 Şubat’ta yazmalıydım. Araya başka konular girdi. Toprak üstü olursak, gelecek yıl niyetiyle bir kenara bırakmıştım. Görüne görüne gelen İliç faciası, Erzincan’ı günlerce dilimizden, gönlümüzde eksik etmedi. Erzincan’ın can’lığını, Erzincan’ın kadersizliğini çeşitli vesilelerle yazmışımdır. Ama desibellerin zirvesiyle haykırmak istiyorum: “Uyan be Erzincan!”  Aç gözlerini, kulaklarını!

Erzincan, depremden önce neler gördü, neler yaşadı. Rus işgalinin acısı, Ermeni mezallimiyle katmerlendi.  Yerlerinden oldular, kıtlık çektiler.

1818’de Erzincanlının ne yiyeceği, ne tohum ekecek öküzü, ne malı, ne de kalacak evi yoktu. Yakacak dahi bulamıyorlardı. Bütün ağaçlar işgal sırasında kesilmiş, evler yıkılmıştı. Ekim yapamamışlar, kıtlık başlamıştı. Çoğu açlıktan ölmüştü. Yiyecek bulamayıp kemerini yiyen, çarığını yiyen, mısır koçanını kemirenler vardı.

I. Dünya Savaşı'nda Rus orduları karşısında geri çekilen Osmanlı birlikleri, Şubat 1916'da Erzurum'u terk etmiş, 11 Temmuz 1916’da Erzincan da  Ruslar tarafından işgal edilmiş ve yağmalanmıştı. Ruslar'ın yanı sıra, Ermeniler de bunu bir fırsat bilerek, işgal edilen yerlerde silahlı birlikler oluşturmuştu.

Direnme amacıyla kurulan Cemiyet-i İslâmiye, Rusların müdahalesi ile barınamamıştı. Şans eseri, Çarlık yönetiminin sarsılmaya başlaması ve ihtilal hareketinin etkileriyle, Rus askerinde çözülme başlamıştı.

18 Aralık 1917'de yapılan Erzincan mütarekesi ile 11 Ocak 1918'de Rus askerleri bölgeden çekilmişlerdi, ama  Ermeni çeteleri eylemlerini sürdürerek, kanlı olaylara neden olmuşlardı.

Ermeniler halkı kıyıma başlamıştı. Yolda gördüklerini, camide gördüklerini öldürüyorlardı. Ermenilerin dışındaki insanlar sokağa çıkamıyorlar, evlerin duvarlarında açtıkları oyuklardan, birbirlerine gidip gelerek ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlardı. İnsanlar öldürülüp kuyulara dolduruluyordu. 

 Nihayet, Türk milis kuvvetleri harekete geçti. 12 Şubat günü Kafkas cephesi karargahının emriyle Kazım Karabekir Paşa'nın komutasındaki askeri birlikler, güneyde Munzur geçitlerinden, güneybatıda Kemah boğazından ve batıda Çardak yönünden üçlü genel harekata girişmiş, 13 Şubat 1918'de Erzincan'ı, 22 Şubat 1918'de Tercan'ı silahlı Ermeni güçlerinin işgalinden kurtardılar.

Kurtuluş gününden sonra, Ordu Komutanı Vehib Paşa Erzincan'a gelmiş ve halka: "Erzincan kasabası gibi bütün Erzincan havalisinin de pek seri bir darbe ile işgalini temin eden Kazım Karabekir'i yalnız siz değil, evlat ve ahfadınızda unutmasın!"
Kazım Karabekir ise "Bu kahramanlığı yapan ordumuzun fedakar evlatlarıdır." demişti. Bu sözler karşısında, halkın içten haykırış ve alkışlarına, hıçkırıkları karışmıştı Hemen orada Erzurum’u kurtarmak için ant içilmişti.

Aradan seksen altı yıl geçti. Bugün Erzincan başka kurtuluşlar ve kaderinin değişmesini bekliyor.

“Bilmiyorum dağların hala karlı, / Yolların tozlu mudur. / Saymadım da kaç gün oldu senden / ayrılalı, / Sendeyken sayardım günleri, / Uzağında değil. // Mecburiyet caddesi derdik, / Meşhur Ordu Caddesi'ne. / Bir yukarı, / Bir de aşağı volta atardık. / Yol boyunca / Aynı kaderi paylaşan birilerine rastlardık. .....”  demiş Özcan Günergök şiirinde. Hangi kader olduğu “Mecburiyet Caddesi” benzetmesinde yatıyor. Osman Velioğlu’nun şiirinden birkaç kıta alarak  Can Erzincan’a veda etmek istiyorum:

“Erzincanım, can çiçeğim, can gülüm,

On yıl oldu seni göremedim vay....

Senden uzakta mı bulacak ölüm?

Ömrü, toprağından deremedim vay...

 

Onuncu zemheri bitmek üzere

Hasretin dumandır dumanlı sere,

Firkat kuyusuna düştük bir kere

Terzi Baba'ma el veremedim vay...

 

Bazan dalıyorum, sayıklıyorum,

Göklerden yerini ayıklıyorum,

Geceyi süt bilip yayıklıyorum,

Dağları dağlara öremedim vay....

 

Girlevik başında uyuyamadım,

Munzur'a sırtımı dayayamadım,

Balıklı Köyü'nde büyüyemedim,

Kırklar'a yüzümü süremedim vay...”