Kimsenin tadı tuzu kaçmamışken, halk takviminin belli günlerini sırası geldikçe hatırlatmak bilgiçlik göstergesiydi. Yaşlılarımız bu günlerle ilgili halk inanışlarını karşılıklı anlatırlar, bizler de merakla dinlerdik.
“Bugün ilk cemre düştü.”
“Havada bir yumuşama hissettim…”
“Sırada toprak ve su var.”
Bizler bu tür sohbetleri merakla dinlerdik. Çekinirdim sormaya, “Hangi Cemile, nereye düşmüş? Bir şey olmuş mu?
Nerede o günler? Cemrelerin de tadı, tuzu, hal ve gidişi değişti. Gayri eskiler her şeyi biliyormuş. Aynen çıkıyor, diyemiyoruz.
Cemre ile ilgili halk inanışları göre, Kasım günleri 100. güne yani miladi takvimde 15 Şubat'a geldiğinde artık kış hükmünü kaybetmeye başlıyor. İnanışa göre, bu tarihten 5 gün sonra ilk cemre düşüyor. 20 Şubat'ta havaya düşen cemrenin soğuk havayı yere indirdiği kabul ediliyor.
İlk cemreden bir hafta sonra, 27 Şubat'ta ikinci cemre suya düşüyor ve suları ısıtıyor. Üçüncü ve son cemre de 6 Mart'ta toprağa düşüyor ve kır çiçekleri kendisini gösteriyor.
O kadar çok rivayet var ki. “Folklor Penceresi” kitabımızın Folklorumuzda Meteoroloji bölümünde yer alan bir anlatı şöyle:
“....Cemre gökte yaşayan yiğit bir delikanlıymış. Uzaktan gördüğü dünyaya karşı merak duymaya başlamış. Havaya düşmüş. Toprak ananın kızlarından birine âşık olmuş. Suya düşmüş, yıkanmış ve temiz olduktan sonra, toprağa düşmüş ve sevgilisine kavuşmuş. ...”
Yine halk inanışına göre, üçüncü cemrenin düştüğü akşam, poyraz rüzgârı ile lodos rüzgarının kavga ettikleri sanılmakta. O gün ikindiden sonra, hangi rüzgâr (yel) eserse o galip gelmiş sayılmakta. Poyraz fazla eserse kış mevsiminin uzayacağına, lodos fazla eserse bahar günlerinin çabuk geleceğine inanılmakta...
Gücükle martın kavgasını ve kocakarı soğuklarının öyküsünü bir başka yazımıza bırakalım ve biz yine cemrelere dönerken, Yahya Akengin’in baharı kastederek “Barışmadın Benimle” adını verdiği bir şiiri ile soluklanalım:
“Beni de tanıyan bir rengin
Olamaz mı bahar
Gelir gelir gidersin
Hep böyle yabancı
Bilmedin ki yüreğimde sabır,
Yoluna durmuş kar çiçeğidir
Benim de ruhuma giden bir yol var
Elem tutmuş geçitlerini,
Aşıp da giremez misin bahar
Esirgedin benden cemrelerini
Gülerken güneşinde kayalar
Bu benim sevdalı başım
Bilinen dertlerden uzak
Bulutlara dilekçe yazmak işim
Hayal kurarım kendime tuzak
Kan davası mıdır aramızda güller
Barışmadın benimle bahar”
Cemreler hep umut olmuş, muştular getirmiş yaşamımızda. Böyle olunca, şiirimizde o kadar çok işlenmiş ki, mart ayında, torunumun doğum haberini almış, bu müjdeyi eşime bir şiirle vermek istemiştim. Şiir şöyle başlıyordu:
“Önce cemreler birer birer düştü / Bir aklık, ferahlık geldi havaya. / Cümle cansuyu yürüdü doğaya / Daha dün, bugüne ulaşmak düştü.”
Sanıyorum şu günlerde de yurdumuzun bir çok yerinde kar yağıyordur. Süren kışa karşın, insanlar artık "Bugün cemre havaya düştü" demiyorlar. Bir hafta sonra, "Cemre suya düştü", bir hafta sonra da “toprağa!” diyen olacak mı? Korkarım, kimse fark etmeyecek.
Oktay Rıfat’ın bir şiirinde, insan hayatındaki bu kabarış, cemreye benzetilir:
“Aşmış, körpe ve kolay, birdenbire,
Çocukluğun bir karış duvarından,
Tomurcuklu bir badem dalı sanki
Gencecik öç alma bilmiyor,
İlk cemre kadar yeni, havadaki.”
Kuşkusuz ki, yurdumuzun dört bir yanında birbirinden güzel baharlar yaşanır. Bingöl yaylaları da bunlardan biridir. Bingöl baharını yaşayan, renklerden, çiçeklerden, kokulardan esinlenen nice ozanlar, Bingöl'ün baharını dize dize anlatmışlar. Feyzi Halıcı "Bingöl'de Bahar" şiirinde şöyle diyor:
“....
Mutluluk yakanda değil,
Dağlarda bir avuç kardır.
Nerde renkli kalemlerim?
Şimdi Bingöl’de bahardır...
Yar, pul pul durdu içime,
Cemre düşürdü içime,
Kimseler farkında değil,
Şimdi Bingöl'de bahardır. ....”
Problemlerle kararan ülkemizin ufkuna, cemrelerin aydınlık getirmesini, bütün dünyaya, ama önce bizlere barış ve huzur düşürmesi dileğiyle.