Yeni bir yıla uyandık ama pek değişen bir şey yok hayatımızda. Sadece evimizde, işyerimizde kullandığımız takvimi, varsa ajandamızı değiştirdik. Geçmiş yılların birbirine devrettiği sorunlar, sıkıntılar aynen devam ediyor. Elindeki piyango biletine ikramiye vuranların, dün geceyi sevdikleriyle neşe ve keyifle geçirenlerin dışında yüzünde "yeni bir yılın" tebessümünü taşıyan var mı, çevrenize bakınca görürsünüz. Bunları, "karamsar" olduğum veya "felaket tellalı" olmayı yeğlediğim için söylemiyorum. "Uyur gezer" olmak, at gözlüğüyle bakmak, hatta her şeye duyularını kapatıp, genel geçer bir sloganı dilime pelesenk edip ortalıkta dolaşmak belki beni daha mutlu bir kişi yapar, çevreme de pozitif enerji saçmamı sağlardı.
Sorun bende değil, ardı ardına yaşadığımız "şok"larda. Bir insanın vicdanının, aklının ve hiç bir inancın, ideolojinin kabul etmeyeceği şoklar yaşadık, yaşıyoruz.
* * *
Dönüp şöyle geçtiğimiz yıla, ondan öncekine hiç göz atmak istemiyorum aslında. Ülkemiz, halkımız ve kendimize dair geçmiş yıllarda olan her şeyi tarihten bile silip atmak isterdim elimden gelseydi.
Hepiniz gibi benim de temennilerim, beklentilerim var yeni yıldan. Yıl yeni olduğu için değil, ajandam yeni ve içerisine hiç bir "çirkin olay notu" düşmek istemiyorum.
Ama biliyorum ki, bu yıla dair notlarımı tutarken, geçen yıla benzer cümleler yazmak zorunda kalacağım.
Savaşta veya göç yollarında ölen çocuklar, kadınlar...
İlim irfan yuvalarında tecavüze uğrayan çocuklar...
Sokak ortasında "töre" veya "gelenek" ya da "namus" kılıfıyla katledilen, delik deşik edilen kadınlar...
Adını "dava" koydukları bir saçmalık için insanları boğazlayan, bombayla, kurşunla öldüren katiller...
Emperyalizmin karanlık odalarında tezgâhlanan terör eylemlerini bir "dava" veya "ideoloji"yle ambalajlayıp katliam yapanlar...
İman ettiği kitap "Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir" demesine rağmen Cennetin anahtarını, insan öldürerek kazanacağına inananlar...
Yeni yılda da hepimizin içini acıtacak, uykularımızı kaçıracak.
"Bizimkiler yaptıysa kimse duymasın, üstünü örtelim"cilerin azgınlığından çekinildiği için, fısıltıyla konuşacağız belki de hepsini. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diye diye, her yanımızı yılanların saracağını bile düşünemez hale geleceğiz.
* * *
Neyse; bunları bir kenara bırakalım ve "Hiç biri olmaz İnşaallah" diyerek bu yılın beklentilerine şöyle kısaca göz atalım. Önce siyasetten başlayalım.
Siyasette bu yıl "erken seçim" yılı olabilir. Geçtiğimiz yıl 16 Nisan'da yapılan "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi"ni getiren Anayasa'ya göre ülke yönetiminin yeniden dizayn edilmesi için, seçim yapılması gerekiyor. Gerçi şu anda, OHAL uygulamasıyla 16 Nisan'da kabul edilen Anayasa'nın verdiği yetkilerin büyük bölümü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kullanılıyor. Ama ülkenin "OHAL ikliminde" olmasının başta ekonomi olmak üzere birçok alanda sıkıntılar doğurduğunu da görmezden gelemeyiz.
AK Partili belediyelerin, özellikle "imar işlerinde" büyük sıkıntılar yaşadığı ve tepki biriktirdiğini artık parti kurmayları da çok iyi görüyor. 5 yıl önce büyük umutlarla başlayan "kentsel dönüşüm"deki tıkanıklık ve "zorunlu kamulaştırma" gibi uygulamalardan canı yananların, faturayı belediyeler yanında hükümete kestiği de ortada.
Önümüzdeki günler, bu konudaki krizlerin daha fazla dillendirileceği günler olacak.
İstanbul'da artık yeni inşaat için arazi kalmadı. Boşaltılan askeri alanların dışında tabii... Kentsel dönüşümde çözülemeyen bir düğüm ve kabul edilmez bir "çarpık" uygulama var. İnşaat birim fiyatlarına göre bir daire en fazla 60 bin liraya maledilirken, milyon liraya yakın fiyatlarla satılıyor ve uçuk fiyata gerekçe olarak "arsa payı" gösteriliyor. Fakat, arsası elinden alınan vatandaşa "hakkını vermeye" gelince, aynı kriter uygulanmıyor.
AK Parti'yi yönetenler, belediyelerinin imar uygulamalarını makro planda inceleyip, tepki gösteren vatandaşların sesine kulak verirse durumun ne kadar can yakıcı hale geldiğini daha iyi anlayabilirler.
* * *
Bu yıl, ekonominin de hayatımızı derinden etkileyeceği bir yıl olacak. Tıkanan sistem, dolardaki, enerji fiyatlarındaki yükselişin maliyetlere de etki etmesiyle aile bütçesini denkleştirmek gittikçe güçleşiyor. Türkiye'nin sosyolojik yapısı, siyasette artık eskisi gibi "ideolojik" sebeplerle sarsıntılara yolaçmıyor. Cüzdanına ateş düşen vatandaşın, elektrik, su, dogalgaz, kira ve mutfak masraflarını karşılayamazken, başka söylemlere kulak asmayacağını elbette ülkeyi yönetenler de biliyor. Türkiye büyüme rekorları kırarken, vatandaş bütçesinin pazar ve market etiketleri karşısında küçülmesini izah etmek gerçekten zor.
Ekonomik sıkıntı, vatandaşın diğer sıkıntılarını da daha görünür ve kabul edilmez hale getiriyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun enflasyon hesabı ile sokaktaki vatandaşın hesabı bugüne kadar hiç tutmadı. Aradaki fark git gide büyüyor ve vatandaş, "Kişi başına düşen milli gelir arttı" dediğiniz anda "Madem arttı, benim payım nerede?" diye soruyor artık.
Başka söyleyecek sözü olmayanlar "Hani nerede, hangi vatandaş soruyor, uyduruyorsun" diyebilir.
Vergisini uzlaşmaya sokmadan, itiraz etmeden çatır çatır ödeyen bir vatandaş olarak ben soruyorum... Madem milli gelir artıyor, Türkiye büyüme rekorları kırıyor. Neden benim bütçem, pazarda, markette gitgide küçülüyor?