Altmış yıl geriye ışınlansam, varsın felek su katsın aşıma. Bir sevda kapısında dolansam, Dönüversem on yedi yaşına. Yoksun, yoksulmuşum ne umurum, düşsün yar kapısına gururum. Görsem buğulu gözlerini, unuttun mu beni söylerini. Hasılı Arif Sami Toker’in şarkısı düşmese dilimizden:

“Bir sevda geldi başıma,

Felek su kattı aşıma,

Uyku girmiyor gözüme,

Unuttun beni zalim...”

Kendi adıma unutmazdım. Yine Fuat Edip Baksı’nın şiirine, Arif Sami’nin şarkısına sığınıverirdim:

“Aşkımın ilk baharı, ilk heyecanım benim

Sevgilim, iki gözüm, biricik cânım benim”

Ne çare, hayaller yaşlanmasa da bizler ve sevgililer yaşlanıyor. Kimileri göçüp gidiverdi ansızın. Ayrılık, büküveriyor boynumuzu, özlediğim güllü bahçeyi  gayrı virane olarak görüyor bu gözler. Bir kadeh içki ile gözüme fer gelir mi? Heyhat!

“Dalında solarken akşamın gülü

Ufuktan çözülmüş güneşin tülü

Dinlerken kırlarda yanık bülbülü

İçmesem bir türlü içsem bir türlü”

Sözü döndürüp dolaştırıyorum. Amacım, Arif Sami Toker’den söz etmekti.

1926 yılının 14 nisanında Gelibolu’da doğdu. Yoksul bir aileden geliyordu. Çocukluğu ve gençliği İstanbul’da geçti. 

Ticaret Lisesi yerine Konservatuvarı tercih ettiği için öğrenimi yarım kaldı ve askerliğini er olarak yaptı.

Merkez Bankası'nın Bankalar yokuşundaki binasının asansör görevlisi bir gencin sesinin güzelliği, aynı bankada memur olan Üsküdarlı Sarı Ahmet beyin dikkatini çekti. Asansörcü gence, "Evladım, seni usul dersleri alman için Emin Ongan beyle tanıştırayım. Sesini bir kontrol ettirelim." dedi.

Emin Ongan bey Merkez Bankası'na geldi. Arşiv dairesine inildi. Emin Ongan bey "Evladım, falanca parçayı biliyor musun?" diye sordu. Genç, istenilen besteyi okudu. Bu kez Emin Ongan "Falanca besteyi biliyor musun?" diye sordu. Genç "Biliyorum efendim." diye cevap verdi. Emin Ongan "Bu besteyi de geçer misin?" dedi. Genç istenilen tüm besteleri geçtiğinde Emin Ongan, Üsküdarlı Sarı Ahmet beye gencin yeteneğini beğendiğini ve kendisine ders vermeyi kabul ettiğini söyledi.

Dersler ilerledi. Gençte kısa zamanda önemli gelişmeler oldu. Bankadan ayrılıp ve piyasaya atıldı. Ses ustası ve birbirinden güzel, değerli besteleri insanlığa armağan edecek bu genç, unutulmaz isim Ârif Sâmi Toker'di.

O sıralarda büyük bestekâr Hafız Sadettin Kaynak ve Kemal Batanay’ı tanıdı, öğrencisi oldu..

Ayrıca Kadıköy’de Udi Vahit Bey ve Doktor Suphi Ezgi beylerin meclislerine katıldı.  Yine o yıllarda Lemi Atlı Bey’le tanıştı.

1950 yılında İstanbul Radyosu’nda açılan sınavı kazanmıştı ama ona amatör sanatçılar kadrosu vermişlerdi. Kırgındı.  1954’de İzmir radyosuna müzik şefi olarak atandı. Dört yıl İzmir ve Egenin bütün yörelerinde çalışmalarını sürdürdü. Rakım Erkutlu’dan sonra İzmir Türk Müziği Derneğinin Başkanlığını üstlendi.

İlk defa 1952 yılında Bursa sinemalarında konserler vermişti.   Turnelerde Türkiye’yi köylerine kadar dolaştı.  Ancak bu turneler ona maddi kazanç temin etmedi.

1961 yılında Ankara Radyosu’nda müzik şefi olan Muzaffer İlker’in emekliye ayrılmasından sonra  bu göreve tayin edildi. Ama kadrosunu amatör sanatçı olarak bırakmışlardı.  Komik bir durumdu.  Bu Kendisine teklif edilen sözleşmeli çalışmayı kabul etmekten başka çaresi yoktu.

Birileri sürekli önüne taş koyuyordu. Bilinmeyen nedenlerle dışarda çalışmasına engel olundu.  Geçim sıkıntısı çekiyordu. İstifa etti. Yeniden turnelere başladı.

Kırgınlığından radyoya uğramıyordu ama içinde radyo aşkı bitmiyordu. Ulvi Ergüner’in İstanbul Radyosu’na müzik müdürü tayin edilmesinden sonra İstanbul Radyosu günleri bir kere daha başladı.

1994 yılında hastalandı.  Çeşitli hastanelerde tedavi gördü.  Son yıllarını geçirdiği Balıklı Rum Hastanesinde, 27 Nisan 1997 tarihinde hayata veda etti. Yedikule Kozlu mezarlığında toprağa verildi.