Yanında bulunduğum, bir anlamda öğrencisi olduğum şairlerimizden biri Mustafa Necati Karaer’di. Karaer ve aynı ekolün temsilcisi Gültekin Sâmanoğlu, Hisar’ın burçlarında yer alan, gerçek şairlerdi.

Mustafa Necati Karaer’in dilimden düşmeyen şiirlerinden biri “Sevebildiğin Kadar” adını taşıyor. Lütfen bu şiiri okurken, şairin hayal dünyasına giriniz:

“Şiir bulutlan geçer

Başımın üstünden belli belirsiz,

Sesini alırım mısralarımla.

Sarı denizlerden habersiz güzel

Beni duy, beni sev, beni anla.

 

Tazelenir dudaklarınla güller,

Tazelenir eski zaman şarkıları

Gülerken.

Bil ki ellerimi bıraktığın gün

Ne tekne kalır ne yelken?

 

Boşalır gökyüzünün maviliği,

Çekilir denizlerden su,

Soğur toprak soğur yıldızlar.

Tek gerçeği elindedir yaşamanın,

Sev sevebildiğin kadar.

15 Mart 1995’de kaybettiğimiz Mustafa Necati Karaer, 1929 yılında Kayseri’de doğdu. 1947’da o zamanlar Konya’da bulunan Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1949’da Harp Okulu’nu bitirdi.  İstihkâm subayı olarak İstanbul, Bursa, Ezine, Sarıkamış, Ankara ve Kırklareli’nde görev yaptı. Dışarıdan Hukuk Fakültesini bitirdi. 1969 yılında Ordudan ayrılarak Basın İlan Kurumu’na girdi.  İlk şiiri 1942 yılında Çınaraltı dergisinde çıkmıştı.

Şiir kitaplarından “Sevmek Varken”, 1972’de, Atatürk’ün doğumunun 100 üncü yıldönümü nedeniyle Kültür Bakanlığı’nın açtığı yarışmada birinci olan “Kuşlar ve İnsanlar”1982’de, Kerem ile Aslı 1985’de yayınlanmıştı.  Karacaoğlan üzerine bir araştırma kitabı bulunan Karaer’in  “Ses Mimarlarımızdan”ı 1996’da kitap haline getirildi.

Geçmişle günümüzü kaynaştıran buluş ve hayallerle örülü, teze, oturmuş, sakin ve işçiliği titiz şiirleriyle Karaer, yeni şekil, vezin ve tarzlar denemiş, halk şiirinin, türkülerinin ve hikâyelerinin büyüsünü şiirlerinde hissettirmişti.

Şiirinde kullandığı kelimelerin seçiminde, şiirin içeriğini oluşturacak imgeler ve dokular konusunda, dizeler arasında bir sistem halinde kafiyeler yerleştirmekte, seçtiği kelimelerle, içeriği bütünleyen bir uyum kazandırmak konusunda titizdir. Bana göre,  şiirde usta olmanın yolu Karaer sabrı ve titizliği göstermekten geçer.

Yağmur Bulutları gibi doluyum,

Sabret gülüm düşeceğim toprağına,

Rüzgârlar deliyse ben de deliyim,

Gönlümü koymuşum güz yaprağına

Sabret gülüm, düşeceğim toprağına.

Şarabımsın, ekmeğimsin, düşümsün

Geceler boyu sarhoşum, / Akşamüzerleri gülüşümsün.

Eylül sofrasında oturmuşum /

Sarhoşum, sarhoşum, sarhoşum...

 

 

Karanlıklar öpüyor olmalı öpüyor,

Besbelli en ayıp yerlerinden,

Seni gecelere bırakıp gitmek zor.

Omuzların Afrodit’in mermerinden

Besbelli en ayıp yerlerinden…

Sen bir kadeh gibi durdukça avuçlarımda,

Şarkılara vurdum kendimi, duyuyor musun

Sırılsıklam ıslanmış şarkılara

Ellerin yosun kokuyor, dudakların yosun

Şarkılara vurdum kendimi, duyuyor musun?

 

Yağmur Bulutları gibi doluyum,

Sabret gülüm düşeceğim toprağına,

Rüzgarlar deliyse ben de deliyim,

Gönlümü koymuşum güz yaprağına

Sabret gülüm, düşeceğim toprağına.

Yazımın başında Mustafa Neceti Karaer’i anlatırken okumudan geçemeyeceğim bir şiirini aktarmıştım. Bir şiiri dana var ki, baharla elgili her yazımda alntı yaptığım şiirlerin başında gelirdi:

GEÇEN BAHAR

 Yine getirdiğin yeşil bir sis

Bahar, of bahar.

Ellerim bilekten kesilmiş,

Ben sizi tutamam artık

Dallar, of dallar.

 

Upuzun telgraf direklerine

Kuşlar konar, kuşlar kalkar.

Bir daha gelmeyecek günlerin akşamında

Unuttuğum şarkılar sendedir

Rüzgâr, of rüzgâr.

 

Ne ebemkuşağının turuncusu,

Ne akşam eve geç kalma korkusu;

Şimdi kulaklarımda o derenin yalnız sesi var,

Bir de karanlıklar boyunca saçların

Uzar, of uzar.

 

Mevsimler eskir, yollar kısalır,

Zamanla güzelleşir hâtıralar;

İlk sevgim, ilk şiirim, ilk kederim,

Ben eski gözlerimi isterim

Yıllar, of yıllar.

 

Her şey öylesine başkalaşmış

Masmavi olsa da gökyüzü,

Bu eller bile benim ellerim değil;

Bir daha sevmek ihtimali olmasa

Var, of var.