Eskişehirli, polis kökenli şairlerimizden Mehmet Gökkaya sözlerini yazmış. Erol Sayan da hüzzam makamında bestelemiş.

Bir zamanların hit şarkısıydı: 

“Yine yakmış yâr mektubun ucunu

Askerlikte sevdâ çekmek zor diyor

Yükleyip postanın bana suçunu

Hatırımı teller ile sor diyor

Askerlikte sevdâ çekmek zor diyor

Dinlenmeler bir sigara içimi

Duman duman sen kaplarsın içimi

Çiğdem çiçek açmış teskere yakın

Yeşiller giy artık yollara bakın

Sevgilim kendini nazardan sakın

Seni düşde gördüm hayra yor diyor

Askerlikte sevdâ çekmek zor diyor

……..

Hepimizin elinde cep telefonu. Türlü türlü iletişim ağları... Dünyanın bir ucundan anında görüntü, ses... Yeni nesle “Mektup” deseniz, “O da ne ki?” diye karşılık verecekler. Mektup kâğıdı, zarf, pul, kartpostal, telgraf unutuldu. Baş döndürücü bu gelişmelerin karşısında 75’i geçkin kafası yeniliklere pek basmayan ihtiyarlar ne yapar? Elbette nostaljiye takılacaklar:  

“Bir ah çeksem karşıki dağlar yıkılır / Bugün posta günü canım sıkılır." mısraları ile başlıyor bir Elazığ türküsü. Kuşkusuz mektubun asker ocağında anlamı ve kıymeti çok… Asker yolu bekleyenler içinde öyle. Bir şiir gibidir, bir türkü gibi asker mektupları.

Yer yer mübalağalı gibi gelen duygular, askerin veya asker yolu bekleyenlerin iç dünyasının, kültür yapısının, iyi niyetinin, gurbetin ve hasretin verdiği coşkunluğun bir yansıması, diyebilirim.

İşte askerimizin arkadaşına yazdığı mektup ve gönderdiği fotoğrafın arkasına yazdıkları:

"Yüksek bir Türk gencine takdimdir.

Ey benim candan ve gönülden, kalbimin köşesinden, gül yağı şişesinden, günlük neşesinden derken, halden hatırdan beş-on satırdan ...  Yazması benden, okuması senden, dinlemesi arkadaşlardan.

Yeni açmış güller gibi, şeker yemiş diller gibi, kız oğlana mendil sallar gibi, seni beni, gemideki yelkeni, kayıktaki dümeni, taksideki freni, sılada hasretlik çekeni, sizi-bizi, ördeği-kazı, tarladaki karpuzu, gökteki yıldızı, sıladaki bekâr kızı yaratan yüce Mevla'dan iyilikte olmasını dilerim. Hal ve hatırını sorarım. Ellerinden sıkar, müsaadenle bir de senin gözlerinden öperim.

..... Arkadaşım, atmış olduğun kendin kadar kıymetli mektubunu aldım. Derecesiz memnun oldum.

Bende seni memnun edebilmek için çirkin yazılarımla düzgün satırlar karalıyorum.

Arkadaşın Hamdi'den sual etmek istersen; ön ve son kelimesine kadar hamdolsun sıhhatim yerindedir. Bir kederim varsa o da sizler gibi arkadaşlardan ayrılışım.

Arkadaşım biz de sizin gibi arazideyiz. Çadırda yatıyoruz. Bir ay filan oluyor. Yalnız bizim olduğumuz yerde sivrisinek çok. Başka yaramazlık yok.

Arkadaşım daha ne yazayım. Huzurunuzdan istemeyerek ayrılırken üzerime farz olan Tanrı selamlarımı tekrardan sunarım. Kestane kebap- acele cevap... Haydi mektubum uğurlar olsun. Dağlar taşlar yolun olsun.

Geçtiğin köprüler ve yollar uzun olsun. Şu mektubumu vermeyenin iki gözü kör olsun.

SON. Yazan: Kıymetsiz arkadaşın Hamdi."

FOTOĞRAF ARKALARI

Askerin gönderdiği fotoğrafın arkasında da şu satırlar yer almakta:

"Gönül gezmek ister,

Hasretlik sevgiyi besler

Beni soran olursa,

Çıkar resmimi göster.

Dağda ceylan gezer mi?

Tozu toprağı ezer mi?

 

Bak sen garip resmime,

Bacanağına benzer mi?”

Biraz önce belirttiğim gibi, mektup bir haberleşme aracı. Manilerimiz de bu araç içinde sevgililer ve uzaktaki kişiler arasında duygu ve haber alışverişinde görev yapıyor.

Er mektuplarında sık sık manilere rastlanmakta. Örnek vermek istiyorum:

Mektup yazdım okuna

Vara yare dokuna

Yar Mevla’yı seversen

Gül yerine kokula.

 

Mektubunu tez yolla

Sinemi de ez yolla.,

Derdinden ölüyorum

Bir hayırlı söz yolla.

 

Mektup yazdım acele,

Al eline hecele,

Mektup vekilim olsun

Al koynuna gecele.

 

Dağlarda kar kalmadı

Yürekte fer kalmadı

Daha çok yazacaktım

Mektupta yer kalmadı.

 

Mektup yazdım köşeli

İçinde gül döşeli

Hesap ettim üç aydır

Yardan ayrı düşeli.

 

Mektup saldım karadan

Dağlar kalksın aradan

İnşallah kavuşturur

Seni bana yaratan.