Her yıl ocak ayının ilk haftasında yurdun dört bir yanında Arif Nihat Asya anılırdı. Bu yıl bir iki cılız mesaj hatırlıyorum ama, görkemli anma törenleri yapıldığını duymadım.  Ya da ben bir yere davet edilmedim. Niçin Ocak ayının ilk haftası, anlatayım.

Önce birkaç cümle biyografisinden söz edeyim:

Türk Edebiyat Tarihi'ne "Bayrak Şairi" olarak adını yazdıran Arif Nihat Asya, 7 Şubat 1904 yılında Çatalca'nın İnceğiz Köyü'nde dünyaya geldi. Babası Tokatlı Zîver Efendi, annesi Tırnovalı Fatma Hanımdır. Nihat Asya bir aylıkken babasının ölümü üzerine, akrabalarının himayesinde büyümek zorunda kaldı. İlköğrenimine köyünde başladı fakat daha sonra İstanbul'a geldi. Önce Haseki Mahalle Mektebi'ne daha sonra Gülşen'i Maarif Rüştiyesi'ne devam etti. Yatılı olarak girdiği Bolu Sultanisi kapatılınca, Kastamonu Sultanisi'ne aktarıldı. Liseyi bitirdikten sonra, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nun Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu.

Milli Mücadele Dönemi'nde Ankara'da bulundu. Bu dönem onun şiire başladığı, Türklük ve vatan aşkı ile şiirler kaleme aldığı yıllardı. 1928 yılında Darülmuallimin'i Aliye'den edebiyat öğretmeni olarak mezun oldu ve Adana kolej ve öğretmen okullarında edebiyat öğretmenliği ve yöneticilik yaptı. 1948 yılında Edirne'ye tayin edildi. 1950-54 döneminde Adana Milletvekilliği, 1954 yılında Eskişehir milletvekilliği yaptı. 1962 yılında ise Ankara Gazi Lisesi'nden emekli oldu. 5 Ocak 1975 tarihinde Ankara'da vefat etti.

Asya, “Bayrak” şiirini Adana’nın kurtuluş günü olan bir “5 Ocak”ın heyecanı ile yazdı. Birçok dergi ve gazetelerde yazıları yayınlandı.

Şiirlerinde hece, arûz ve serbest vezinleri kullanan Arif Nihat, nazmın her tür ve şekliyle eserler vermişti. Fikrin ağır bastığı şiirlerinde milliyetçilik konusu büyük bir yer tutardı. Çok renkli ve değişik biçimli şiirler yazmış olan Asya, son şiirlerinde biraz da mistisizme yönelmişti. Şiirinde daima bir yenileşme çabası içinde olan şair, etkilerden uzak kalarak kendine özgü bol renkli şiir dünyasını yaratmıştı.

Güzel ve zarif benzetmelerin yanı sıra, keskin zekâsının, şakacı yaratılışının ürünü olan nükteleri, hicivleri, kelime oyunları üslûbunu tamamlayan önemli unsurlardı. Tarihimizin şanlı sayfalarını şiirleştiren şair, Rubai türünün yeni Türk edebiyatında önemli şahsiyetlerinden kabul edildi. Bayrak ve vatan, onun mısralarında en usta anlatıcısını bulmuştu.

Arif Nihat Asya’nın bayrak ve vatan sevgisine ilişkin dünya görüşünü başka yazılarımda anlatacağım.  Aşağıya aktaracağım şiiri bütün olarak okuyunca, ne demek istediğini düşünmeden kendimi alamıyorum. Acaba, annelerimizin, ninelerimizin, kız kardeşlerimizin geleneksel olarak başlarını örttüğü örtüyü mü, yoksa, sembol olarak kabul edilen türbanı mı anlatmıştı? İfrat ile tefrit eleştirisi mi yapıyordu?

Başörtüsü  

Ne demekmiş

“Yasak! ”

İşiniz mi kalmadı

Yapacak?

Ne diye karışırsınız

Saçımıza-başımıza,

Bizi oyuncağınız mı sandınız

Bakıp yaşımıza?

Sebebini anlatamayacağınız

Çocukça bir devrin hevesinden

Karşınızdaki en güzel portreleri

Mahrum ettiniz çerçevesinden!

Kim demiş, ki:

“Başörtüsüydü o! ”

Başımızın -renk renk-

Süsüydü o!

Altında saçlarımız,

Arkadan, ne hoş sarkardı;

Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır...

Kimimizde, su olup akardı!

*

Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş

Bulundunuz, tezelden;

Ne olurdu, anlasaydınız biraz da,

Güzellikten, güzelden!

*

Siz, bizden değilsiniz,

Tanımıyoruz hiç birinizi,

Çekin başımızdan

Ellerinizi!

Bir gericilik tutturmuşsunuz;

Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu...

Üstelik, ninemizin başımızda

Taşıdığımız hatırasıdır bu!

Dediniz: “Çıkacak başınızdan

Başörtünüz! ”

Alın -öyleyse- onunla

Yüzünüzü örtünüz!