Türkiye'nin yakın tarihindeki en büyük sarsıntılardan biri olan 15 Temmuz ihanetine dair o kadar çok "kirli bilgi" yağıyor ki, yeni gelişmeler ortaya çıktıkça kafalar daha da çok karışıyor. Evet, 15 Temmuz bir "ihanettir" çünkü, ülkenin birçok kurumu, en kritik dönemde ağır yara almıştır ve bu yarayı tamir etmek de öyle kısa sürede başarılabilecek bir şey değil. Darbe girişimiyle ilgili kafaları karıştıran, net ve sağlıklı bilgiler akmadığı için de meydanı "fısıltı gazetelerine" bırakan gelişmeler yaşanıyor. Sanık ifadelerinin bazılarına en ince ayrıntılarına kadar ulaşmayı başaran iktidar yanlısı kalemler bile bu konuda "senkronize" değil. İddiaları, çelişkileri alt alta sıralayarak kafamızın daha da karışmasına hizmet edenlerden olmayacağım.

Birçok soru işareti olsa da şu konuda hiç kuşkum kalmadı artık: Türkiye'de bir "darbe girişimi" yaşanacağını sadece biz bilmiyormuşuz. "Biz" derken, sokaktaki vatandaşı, darbeye direnenleri yani "milli irade"yi kastediyorum. Herkesin darbe girişimi sonrasına dair bir senaryosu, bir hazırlığı varmış gibi geliyor bana. Özellikle dış dünyanın... İktidarın da, Temmuz-Ağustos ayına dair bir planı varmış. Ama bu planın içerisinde "darbe" var mıydı, yok muydu netleşmiş değil henüz. Onbinlerce kişilik "tasfiye" listesi hazırlanmış. Listeye bakınca, FETÖ'nün devletin kılcal damarlarına kadar sızdığını görüyoruz. "Neredeyse devlet FETÖ'ye sızmış" esprisi onun için karşılık buluyor.

* * *

Meclisi bombalanmış, yüzlerce vatandaşını darbecilere kurban vermiş ve devletin tüm sinir uçlarını tahrip etmiş bir örgüte karşı verilen mücadele, artık hepimiz için bir "ölüm-kalım" meselesi, bunun farkındayız. Örgütün en büyük destekçilerinin de dışarıda olduğunu, Türkiye'ye karşı bundan sonraki hamlelerin Batı'dan geleceğinden de eminiz değil mi?

Darbe girişimine tepki göstermekte gayet "duyarsız" davranan Avrupa'nın birden bire "hümanist" kesilip, gözaltına alınanlara işkence yapıldığına dair iddiaları koro halinde dillendirmesinden de anlıyoruz bunu. İddiaların bazıları doğru olabilir. Ama unutmamak lazım ki, bu iddiaları doğrulayacak uygulamaları yapanların da "kripto" işbirlikçi çıkmaları ihtimali yüksek. Sağlıklı bir şekilde soruşturmaların yapılması, suçluların hakettikleri cezaları alması ama bu yapılırken "mağduriyet" edebiyatı yapılacak malzemeler üretilmemesi çok önemli. İşte bu yüzden, siyasi erk önce "aleyhte kullanılacak malzeme üreten"lere karşı çok dikkatli olmalı. Kuşkular çoğaldıkça ve "bu da yapılır mı arkadaş" denilecek örnekler çoğaldıkça, hem FETÖ, hem de diğer şer güçler bundan alabildiğine faydalanacak çünkü.

* * *

Gelelim Batılı dostlarımızın ayak oyunlarına...

AB Komiseri Günter Oettinger'in Alman Bild gazetesine verdiği röportaj çok dikkat çekiciydi. 2013 yılında "AB, Türkiye'ye üyelik için yalvaracak" diyen Oettinger, şimdi bu sözlerini şöyle düzeltme ihtiyacı duymuş. "Türkiye'nin AB'ye üyeliği daha çok Erdoğan sonrası dönemin bir konusu olacaktır" diyor AB Komiseri. Yani, Türkiye'ye "Erdoğan'ı gönderin sizi AB'ye alalım" havucu uzatıyor aklı sıra.

AB'nin, Türkiye'yi hiç bir zaman tam üye yapmayacağını hepimiz biliyoruz. Ama buna rağmen, Avrupa Birliği'ni ifade eden demokratik, özgürlükçü ve birey haklarını ön plana alan değerlerden dolayı gündemimize geliyor AB... Biz, bu değerleri Avrupa Birliği şartı olmaksızın devlet ve toplum sistemimize yerleştirdiğimiz taktirde, geleceği belirsiz bir yapıya neden mahkûm olalım ki? İngiltere, daha global ve özgün politikalar izlemek istediği halde, AB ayak bağı olduğu için çıkmadı mı bu birlikten?

AB'nin, Türkiye'nin dış ilişkilerine "sınırlayıcı" ve sadece kendi senaryosuna göre "rol üstlenici" bir gözle bakması bizim hiç hayrımıza değil. Herşeyden önce, Türkiye'yi üye alarak Ortadoğu ile sınır komşusu olmak istemiyor AB. Türkiye'yi Ortadoğu ile arasında "tampon bölge" olarak tutmak istiyor.

Amerika'nın yıllar önce Türkiye'nin AB üyeliğine destek vermesi üzerine dönemin Almanya Dışişleri Bakanı, "ABD, bizim metresiyle nikah kıymamızı istiyor" tepkisini vermişti. İşte bu kadar onursuz bir bakışı var AB'nin bize...

* * *

Peki ya Amerika?

Uzun dönemde bize biçtiği rol, NATO'nun dolayısıyla Pentagon'un Asya ve Kuzey Afrika'daki ileri karakolluğudur. Yakın dönemde ise, Ortadoğu coğrafyasında sınırları yeniden çizilecek ülkeler arasında yer alıyor Türkiye. Sınırları yeniden çizcek Büyük Ortadoğu Projesi'nde de, sıra kendisine gelen kadar ABD'nin "silahlı kuvvetler yedeği" olmamızı istiyor ABD'yi yöneten güçler. Bugün Türk işadamları, işçileri, hatta ay-yıldızlı pasaportu olanlar Libya'ya ayak basamıyorsa, bunun sebebi ABD ile BOP işbirliğimiz değil mi? Libya halkının önemli bir bölümü Türkleri "dost" görmüyor artık.

Suriye'de de durum pek farklı değil. Özgür Suriye Ordusu saflarında savaşanlar şimdilik Türkiye'ye muhtaç. Ama bırakın Şam yanlılarını, muhalifler arasında bile yaşanan iç savaştan Türkiye'yi sorumlu tutanların çoğunlukta.

ABD, ne kadar güvenilmez bir müttefik olduğunu hem 15 Temmuz'da gösterdi, hem de Cerablus harekatında...

Eğer duymadıysanız benden okuyun: IŞİD'in değişik açılardan ateş altına alarak TSK zırhlısını vurduğu saatlerde ABD "kör ve sağırı" oynuyor. Anadolu Ajansı'nın gazetelerde yer alan haberine göre, ABD'nin taahhüt ettiği hava desteği çatışmalar sürerken gelmiyor. Koalisyon uçakları, koordinatları verilen bölgeye bir türlü gelmeyince Türk jetleri havalanarak gereğini yapıyor. ABD önderliğindeki koalisyon uçakları ise 3 saat sonra geliyor bölgeye.

İşte bu kadar "güvenilir" (!) bir müttefikle Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlığını yürüttü Türkiye...

Dışarıda dostumuz olmadığını artık hepimiz biliyoruz da, içeride "dost" gözükenlerin gerçek dost olup olmadığını bu süreçte anlayacağız. Gözümüzü dört açalım derim ben...