Çocukluğumda gittiğim berber dükkânında aynanın üzerindeki bir yaldızlı çerçeve içindeki yazıyı okurdum:
“Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız,
Hazret-i Selman Pak’tır pîrimiz üstadımız.”
Bu yazının altına birisi elle şu satırları eklemişti:
“Lâfla dükkân açılmaz, boş yere etme telâş
Selmân-ı Pâk de gelse parasız olmaz tıraş”
Dede mesleğimiz demircilikti. Babam amcalarım başka iş tutmuşlar. Ama akrabalarımın hepsi, demircilik, sobacılık yapardı. Birinin dükkânının duvarında okumuştum:
“Doğru olsan ok gibi elden atarlar seni
Eğri olsan yay gibi elde tutarlar seni
Menzil alır doğru ok elde kalır eğri yay...”
Şekerci dükkânının duvarında asılı levhayı hatırlıyorum. Cinas sanatının güzel bir örneği olduğunu yıllar yıllar geçtikten sonra anlayabildim:
“Sade pirinç zerde olmaz bal gerektir kazana
Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana.”
Osmanlı ülkesine gelen yabancı bir kumaş taciri, bir kumaş imalathanesinin mallarını beğenir ve hepsini almak ister. Mal sahibi kumaş toplarını denklerken bir topunu ayırır. Bunu gören yabancı tacir, nedenini sorar. Osmanlı esnafı:
“Onu sana veremem, kusurludur” yanıtını verir. Yabancı tacir:
“Önemli değil” der. Ama Osmanlı esnafı o kumaş topunu vermemekte diretir:
“ Benim malımın kusurlu olduğunu söyledim, biliyorsunuz. Fakat siz onu kendi memleketinizde satarken, alıcılarınızın orada benim bunları size söylemiş olduğumu bilmeyeceklerdir. Böylece de müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım. Neticede Osmanlı’nın gururu şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi de hilekâr sanacaklardır. Onun için bu sakat topu asla size veremem” diyerek kumaşı vermez…
İşte ahilik ahlâkını anlatan küçük bir olay. Ahilik örgütü günümüzde varlığını yitirdi. Ama her yıl Ekim ayının ikinci Pazartesi gününde başlayan Ahilik Kültür Kutlama Haftası’yla resmi olarak kutlanmakta.
Anadolu’da kültür birliği oluşmasında etkili olan bir kurum da Yesevî dervişleriyle birlikte gelen Ahilikti. Ahiler, meslek sahibi olmaları nedeniyle, diğer dervişlerden farklı olarak, kırsal alanlardan çok kentsel alanlara yerleşmişlerdi. Bir meslek örgütü olmanın yanı sıra, giriş-davranış töreleri ve sırları olan, bir başka anlatımla; bâtıni bir kuruluştu. Bunların örgütlü güç haline gelmelerini, Horasan Erenlerinden olan Ahi Evran sağlamıştı.
Öte yandan, dünyânın ilk kadın örgütü olan “Bacıyan-ı Rum” teşkilatını Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı, kurmuş ve Kadın Ana olarak tanınmıştı. Ahi Evran’ın şeyhliği altında 13. Yüzyılda Ankara ve Kırşehir’de toplanan Ahiler, kısa sürede Selçuklu şehirlerine yayılmışlardı. Osmanlı devletinin kuruluşunda etkili olmuşlardı.
Ahilerin hepsi birbirinin kardeşiydi. Kaynağını üyelerinin eşitliği ilkesinden alıyordu. Bununla birlikte, aşama aşama küçükten büyüğe doğru saygı vardı. Üyelik için kişinin, örgüt bünyesinden birisi tarafından önerilmesi gerekirdi. Giriş, törenle olurdu. Törende Ahi adayına bir tür önlük olan kuşak bağlanır, insanlara karşı sevgi dolu, saygılı olması, doğruluktan ayrılmaması öğütlenirdi. Bektaşilikte olduğu gibi bilgi edinme, sabır, ruhun arındırılması, sadakat, dostluk, hoşgörü gibi özelliklerin kazandırıldığı aşamalardan geçirilirdi. Bu aşamalarda müride mesleki beceriler, tasavvuf ve dinsel bilgiler, okuma-yazma, Türkçe, Arapça, Farsça, müzik, matematik ve askeri bilgiler ile Ahiliğin anayasası niteliğindeki Fütüvvetname öğretilirdi. Bu sürecin dokuz aşaması vardı:
Yiğit, Yamak, Çırak, Kalfa, Usta, Ahi, Halife, Şeyh, Şeyh ül Meşayıh.
Ahiler, yalnız maddi zenginlikle değil, eğitilmiş insan gücü ile gerçek zenginliğe ulaşılacağının bilincindeydi. Onun için ahiler, mensuplarını bilgisizlikten, beceriksizlikten korumak için eğitime özel önem veriyorlardı. Eğitimle meslek kazandırdıkları mensuplarını ahlakî davranışlarla donatıyorlardı Esnafının hayat anlayışına ve dünya görüşüne uygun olması nedeniyle daha çok esnaf arasında gelişen ahilik, esnaf dışından da çeşitli meslek sahiplerini içinde barındıran sivil bir yapılanma olmuştu.
Özetle ahiliğe, bir insanlık kurumu diyebiliriz. Ahilik öğretisinde temel ilkelerini yarın yazacağım.