Hep yazarım: Dost iki türlüdür. Biri günün dostu, diğeri gönlün dostudur. Gönül dostu, bir sıkıntınız olduğunda, kendi sıkıntısını, işini, gücünü bırakıp sizin için koşturan, sizin kadar size üzülen, derdinize çareler arayan, risk almaktan korkmayan ve bütün bunları yaparken de herhangi bir beklentisi olmayan kişilerdir.

Gönül dostluğu duygusal ve manevi açıdan karşılıklıdır. Kimi ozanlarımız gerçek anlamda gönül dostu arayışı için gurbete çıkmıştır. Bu türkü de bunu anlatmıyor mu?

“Nedir benim melül mahzun gezdiğim

Ağlayıp yandığım dost senin için

Ciğerimi delik delik deldiğim

Ağlayıp yandığım hep senin için

 

Yandırdın odlara düşürdün nare

Ciğer püryan oldu yüreğim yare

Lokmaneler gelse bulamaz çare

Ağlayıp gezdiğim hep senin için

 

Canım intizarda gözüm yollarda

Beni Mecnun edip koydun çöllerde

Diyar-ı gurbette garip ellerde

Ağlayıp gezdiğim hep senin için

 

Feryadi'yim böyle imiş kaderim

Dünya benim olsa şad olmaz gönlüm

Hep senin içindir eğridir boynum

Ağlayıp yandığım hep senin için”

 Bu türkünün sözleri Sivaslı Feryadi’ye aitti. Ama Süleyman Yıldız Tunceli yöresinde İsmail Dede’den derlemişti. Bir de Erzincan varyantı vardı.

Bedri Rahmi Eyüpoğlu “Türküler Dolusu”nda şöyle diyor:

 “Ah bu türküler  / Türkülerimiz

Ana sütü gibi candan / Ana sütü gibi temiz

Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla

Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.

Ah bu türküler, / Koy türküleri

Dilimizin tuzu biberi

Memleket ahvalini onlardan sor

Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i

Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...

Ben türkülerden aldım haberi…”

 Nesimi Cimen’i 2 Temmuz 1993’de utanç gününde kaybetmiştik. Sözleri Aşık Mücrimi’ye ait olan bir türküyü havalandırırdı. Söylerken bilir miydi hali ahvalinin malum olduğunu. Türküyü İhsan Öztürk derlemişti:

“Şu diyarı gurbet elde

Şen değil gönlüm şen değil

Kimse bilmez ahvalımdan

Şen değil gönlüm şen değil

 

Ben cismimi yaktım nara

Aman gönlüm uğramış efkara

Tecellim yok bahtım kara

Şen değil gönlüm şen değil

…..”

 Halk şiirinde üç nesneden şikâyet vardır. Kimi halk şairi gurbet, hasret, aşk derdi ile yanıp yakılır. Kimi halk şairinin yetimlik, yoksulluk ve ölüm boynunu büker; kimi halk ozanı da sıla derdi, vatan derdi, yar derdi diye dert üstüne dert bağlar. Gurbet ve sıla demek özlem demektir.  Özlem ya da hasret türkülerimize vücut veren duyguların başında gelir:

Bir türkü var ki, kimler kimlere yakıştırmış, kimlerin hikâyesi ile özdeşleştirilmiştir. Aslı Erzurum yöresinden Haydar Telhüner’den Ali Canlı tarafından derlenmişti: Bilirsiniz: “Şafak söktü gine sunam uyanmaz / Hasret çeken gönül derde dayanmaz” diye başlar. (Rp. No:3163)

Keşke gurbet ele yolu düşecekler arkalarında bir sevgili bırakmasalar. Bırakırlarsa, son bir kez göz göze bakışmak, el ele tutuşmak, bir buse almak hakları olsa gerekir. Bu süse ki, gonca gülden üstündür. Onun için Muzaffer Sarısözen’in Kemaliye’de Zeki Oğuz ve Refik Aktan’dan derleyip notaya aldığı 1078 no.lu türkü der ki: “Gurbete gidişimdir / Gonca gül derişimdir / Eğil eğil öpeyim  / Belki son görüşümdür” der. Allah saklasın.

Gurbetçi sılasına ulaşması için dağların eğilip yol vermesi gereklidir. Sılada bekleyenlerde aynı dilek içindedir. Ya mektuplar, dağları, yolları, dereleri, köprüleri aşıp gelmesi gereklidir. Ayrılık olmasa aşk olur mu? Bunu bilmeyiz ama halk şirinin tadı tuzu olmayacağını sanıyoruz. Gurbet nice koç yiğidi ağlatmıştır. Nice koç yiğide aman dedirtmiş, mektup gözletmiştir.  Gurbet yolu hasret yoludur. Abdülvahit Kuzecioğlu’ndan alınan Kerkük türküsü bu düşünce ille dinleyebilirsiniz.

“Gurbet ellerde oldum yaralı

Bir mektup yazdım üstü kareli

Bir yarim vardı başı belalı

Ağlama anam tez de gelerem

Ölüm olmazsa seni görürem     (TRT Rep. No: 3578)

 Elbette gurbet şarkılarından da söz etmek isterim.  Biraz ara verelim. Son sözüm şu olsun: Bir türküyü, şarkıyı tekrar tekrar dinliyorsan, o senin hikâyendir.