Zaman zaman omuzlarıma ağır bir yük çöküyor. Dünyalar yıkılıyor, altında kalıyorum. Ezim ezim eziliyorum.  Elbette başa gelin çekiliyor. Ama başa gelmeden kaygılanmak aslında tedavi edilmese gereken bir hastalık.

İşte Nevruz’a bahara eriştik.  Ağaçlar çiçek açtı. Yapraklar ışıl ışıl doğuşun coşkusu içindeler. Arkasından mayısı, haziranı yaşayacağız. Temmuz, ağustos derken peş peşe orman yangını haberleri ile yüreğimize ateş düşecek.

Oysa, bir zamanlar ağacı kutsal bilip ona tapınan atalarımız değil miydi?  Ağaca tapınmanın izleri Oğuzlara kadar korundu.  “Bay Terek”, “Temir Kavak”, veya “Hayat Ağacı” denilen kutsal “Evliya Ağaç” inanışına benzer inançlar sadece Türk mitolojisinde değil tüm dünya mitolojilerinde bulunuyor.

Aşık Paşaoğlu tarihinde, “Devletli Kaba Ağaç” ifadesine rastlanılır. “Kaba Ağaç” anlayışı, bu şekliyle, Dede Korkut kitabında da geçer. “Kaba” sıfatı, ağacın ululuğuna, kutsallığına işaret olarak görülebilir. Dede Korkut öy-külerinde “devletli kaba ağacın kesilmesin” sözleri dua yerinde kullanılmakta.

Derviş Sanullah "Bir ağaçtır bu alem /  Meyvesi olmuş adem" derken dünyayı bir ağaç yapacak kadar ona bağlılık ve coşkun bir tabiat severlik göstermekte.

İnsanoğlu yaratılışının ilk gününden itibaren ağaç ile karşı karşıya kalmış. Onu barındıran, besleyen, ısıtan, araç-gereç-silah olan hep ağaç olmuş. Doğumundan beşiğinden, ölümünde tabutuna kadar ağaçla içli dışlı yaşamış. Orhun Kitabesinde ağaçla karşılaşıyoruz. Divanü Lügat-it Türk'de ağacın çeşit-li manaları belirtilmiş.

İlk çağ insanları, kendileriyle ağaçlar arasında bir bağ olduğuna ve ağaçların da bir ruhu bulunduğuna inanmışlar. İşte bunun için çocuk doğduğu zaman adına bir ağaç dikilmiş, bu ağaç onun yaşayışının sembolü olarak kabul edilmiş.

Bu gelenek bazı yörelerde günümüzde de yaşamakta. Çoğu yerdeki mezar başlarına, evliya türbelerine ağaç dikme geleneğinin kaynağı bu olsa gerekir.

Çocuk yetiştirmek, kitap yazmak ve ağaç büyütmek aynı önemde kıymetlendirilmiş. Hurma ağacı, İslam’da ağaca verilen değer için en güzel örneklerinden biri. İslam ananesi, Cennnet’te Sidre’de bulunan ve dalları bütün Cennet'i gölgeleyen Tuba ağacına da büyük önem vermekte.

Adını ağaçlardan almış birçok ilçe, nahiye ve köye rastlanmakta. Bir örnek vermek için yalnıza çam ağacı ile ilgili yerleşim alanları arasında; Çameli, Çamiçi, Çamlııbel, Çamlıdere, Çamlıhemşin, Çamlıkaya, Çamlıyayla ve Çamoluk'u saymamız mümkün. Eskiden beri birçok Türk boyları ve şahısları ağaç adını taşıyor.

Ruhsati'nin

"Ağaçlar hu çeker, iniler taşlar/ Dağlar gözlerinden aktır yaşlar / Bülbül figan eyler feryada başlar/ Öter garip garip diller sabahtan" mısralarında, sabah rüzgârıyla ağacın çıkardığı uğultunun ibadete benzediğini anlatmak istemesi boşuna değil.

51 yıl önce Hakk’a yürüyen Âşık Veysel de benzer duygular içinde şöyle diyor:

 “Yel değdikçe sor ki dallar ne çeker

Irgalanır durmaz coşar hû çeker

Demişler ki bu dertleri bu çeker

Saz iniler, Veysel ağlar, tel coşar.”

 Zekeriya Peygamber'den Geyikli Baba'ya kadar pek çok efsanemizde ağacın açılarak içine insan sakladığı motifi var.

Pir Sultan ağaçlar için şöyle söylemiş:

Yel esti mi aşka gelir sallanır

Mart ayında yeşillenir ağaçlar

Kıpkırmızı donlar giyer allanır

Hu dost çağırır allanır ağaçlar

 

Çiçek açar domur domur dal verir

Kimi uzar birbirine el verir

Kimi meyve verir kimi gül verir

Kuşlar üstünde dillenir ağaçlar

 

Yaz baharda bahçe ile bağ ile

Kaba çamın gürlemesi dal ile

Koç yiğidin eğlencesi yar ile

Muhabbet eder eğlenir ağaçlar

……”

Halk şairleri şiirlerinin meyvelerini çok defa ağaçtan koparmışlar. Karacaoğlan kederini de, sevincini de ağaçta bulmuş. Sevgilisine "Üstüne gölge olan dallar öğünsün" diye sesleniyor. Pek çok şiirinde öteki halk şairleri gibi sevgilisinin boyunu dala benzetir. Diğer taraftan da sevgilisini yanında bulamayınca "Kömür gözlü yardan ayrı düşeli/ Her dikili ağaç dar benim için." diyerek gördüğü ağaçları idam sehpasına benzetir.