Olaya biraz da felsefi açıdan bakalım. Her ne kadar Yunanca kökenine baktığımızda ‘Bilgelik Sevgisi’ gibi bir anlam taşısa da felsefe, özünde ‘düşünmekten’ ibarettir.

İçinde yaşadığımız dünya, karşılaştığımız bir durum, gördüğümüz bir nesne ya da göremediğimiz her şey için düşünmeyi gerektirir. Peki, ‘Yapay Zekânın’ felsefesi nasıl olur? Neyi düşüneceğiz?

Yapay zekâ, ne kadar yapay?

Yapay zekânın oluşması, kullanımı ve daha bu alana dair birçok ‘teknolojik’ konuyu çokça konuşuyoruz, konuşuyorlar, konuşmaya devam edeceğiz. Ancak teknik kısmından çok, arka planına bakmak istiyorum. Robotlar bizi ele geçirecek mi, dünyanın sonunu bu teknoloji mi getirecek, yoksa ‘fişini çekeriz olur biter’ mi? Tüm bu sorular aslında soru sorabilen düşünebilen insanlar için oldukça diri tutucu nitelikte fikirler. Düşüncenin temeli, yönü amacı ne olursa olsun, soru sormaya başladıysa insan ve eğer niyeti cevap aramaksa, bulduğu sonuç onu mutlu etmese de doğru yolda olduğunu gösterir. Ne alakası var yapay zekâyla? Söyleyeyim.

Yapay zekâ aslında biziz!

İnsan zihnini oluşturan şey, insan bedeninin fikridir” demişti Spinoza. Yani dünyayı ele geçirir diye korktuğumuz, aman gücünü kötüye kullanır diye tereddüt ettiğimiz şey aslında biziz. Çünkü bu ‘yapay’ teknolojiyi bizler meydana getirdik. Yapay zekânın makine öğrenmesini ve derin öğrenmesini biz geliştirdik. Ona yüklediğimiz verilerle hareket etmesini (makine öğrenmesi) ve daha da ileri giderek beyin sinirleri gibi karmaşık katmanlarla algoritmalar oluşturarak sonuca varmasını (derin öğrenme) biz programladık. Yani ona bu verileri biz verdik. O, sadece bizi taklit eden bir teknoloji oldu. E, o zaman korkulacak bir şey yok mu? Aksine, daha fazla korkulacak şey var. Çünkü artık güven sorununu sadece insanlara değil makinelere karşı da hissetmeye başlar olduk.

X kuşağı (1965-1980 arası doğanlar) ve öncesi bilir, öğrenciler bilgi aradıklarında kütüphanelere gider, kitap-ansiklopedi karıştırırlardı. O kaynakları yazanlar da benzer araştırmalardan geçerek eserleri hazırlamışlardı. Bilgiye ulaşmak zor, zahmetli ancak değerliydi. Şimdi ise bir arama motoruna yazdığınızda karşınıza bir bilgi deryası, doğruluğu sorgulanabilir yazılar çıkabiliyor. Artık bilgiye ulaşmak çok hızlı, kolay ve neredeyse bedava. Sadece tek bir sorun var: O bilgi gerçek mi?

Çarpıtılan gerçeklik

İnternet kolaylık ve hız getirdi derken karşımıza çıkan yapay zekâ, vereceğiniz komuta göre istediğiniz şekilde metin hazırlayan bir dil programı olarak özellikle öğrencilerin ‘kurtarıcısı’ oldu. Ödevlerini, yapay zekâya yazdıkları bir-iki komutla ‘halleden’ öğrenciler, bu sayede teknolojinin nimetlerinden de faydalanır oldu. Ancak bu durum sürdürülebilir bir durum değildir. ChatGPT (özellikle ücretsiz sürümü) olmayan kişilerin, olmayan yayınlarına ve olmayan bilgilerine atıf yaparak metinler, oluşturarak gerçekliği çarpıtıyor. Fakat unutmayalım ki, yapay zekâ o yalan bilgiye yine biz insanların sanal ortamlara yüklediği yalanlar üzerinden erişiyor ve yalanların daha da büyüyerek yayılmasını sağlıyor.

Peki, kime güveneceğiz? Her konuya cevabı olan, her konuda söyleyecek sözü olan yapay zekâ dil modeline mi? Yoksa varlığı boyunca yalanlarıyla dünyayı kirleten insana mı? Teknolojiyi, yapay zekâyı dışlamayın. Sadece nereden gelirse gelsin yalanı-yanlışı ayırt edin yeter. Homer Simpson’ın yalanla ilgili sözleriyle bitirelim: “Yalan iki kişinin eseridir: Biri söyler, diğeri inanır.