Sevgili dostlar dünkü yazımda “Yağız Yer, Kara Toprak” tan söz ettim. Aşık Veysel’in ünlü karü toprak destanından üç beş kıta ile yazımı bitirdim. Halk şiirimizde toprak alçak gönüllülüğün de simgesidir. Pir Sultan’ın iki ayrı şiirini şöyle yansımış:

“Türap  olup düştüm toza

İncinme gönül incinme 

Tahammül eyle her söze

İncinme gönül incinme

Türaplık cümlenin başı

Üstüne atarlar taşı

Daim çiğnenmektir işi

İncinme gönül incinme

……..”

Pir Sultan bir başka deyişinde şöyle söylemekte:

Bakmaz mısın yeryüzünde bostana

Özün turap etmiş kendi mestane

Burda alçak olan orda üstüne

Gel gönül yerlerden alçak olalım

Alçaklık dediğin iyi bir şeydir

Erden evliyadan kalma bir huydur

Toprağı sorarsan atası nurdur

Gel gönül yerlerden alçak olalım

Toprak iyi dedi Hak onu öğdü

Erenle evliya topraktan geldi

Kulun nasibin topraktan verdi

Gel gönül topraktan alçak olalım

Uzayan ağaçlar göğe değmedi

İblis benlik ile menzil almadı

Topraktan gayrıya nazar olmadı

Gel gönül yerlerden alçak olalım

Pîr Sultan’ım topraktadır nazarım

Elim’alıp aşk kitabın yazarım

Ne ararım dağda taşta gezerim

Gel gönül yerlerden alçak olalım

Eski Türk inanışlarından yansıyan kutsallıklardan birisi de ağaç ve ormanla ilgili…

Şamanî Türklerin kutsal ağacı kayın ağacı. Çocuğu olmayan kadınlar bu tür ağacın altında dua ederlermiş.  Evliya Çelebi Kuzey Kafkasya’da ağaca tapan insanları anlatıyor. Diyor ki

“Her yıl bu ağacın altına gelip yiyip içip giderler. Elbette ki bu ağacın yöresinde nice kez yüz bin balmumu ve yıl mumu yakıp her gece çerağan edip yanlış töreleri üzere ağaca taparlar. Yanlış inançları üzere ağaca demir kakarlar ki her kim bu ağaçta bir iz olursa ağaç bu adamı unutmayıp cehennem sıkıntısına komaya ve şefaat edip kurtara.” (cilt 7. Sayfa 740)

Dede Korkut Kitabında Basat” Atam adını sorarsan devletli kaba ağaç” demekte. Dokuz Oğuz destanında Tuğla ve Selenga ırmaklarının arasındaki bir adacıkta çam ve hus ağacının üze rine inen ışıktan Dokuz Oğuzlar türemişlerdir. Oğuz destanında bir ağaç kovuğunda doğan çocuğa Kıpçak adı konmuş.

Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi’nde Hazret-i Pir kendisini kuşatanlardan kurtulmak için Hırka Dağı’ndaki ardıç ağacına sığınır. Ağaç dalları ve yapraklarıyla Hazret-i Pir’i saklar. Gelenler kendisini göremezler. Hacı Bektaş orada kırk gün çile çıkarır. O ağaç o gün bugündür kutsanmakta.

Bugünkü Anadolu’da ağaç kültü Tahtacılar ve Yörükler arasında yayılmış. Tahtacıların tarihteki adları Ağaç Eri’dir. Bu addan da anlaşılacağı üzere, geçimlerini orman işleyerek sağlamaktalar.

Bugün bile onlar Muharrem ayında kesinlikle ağaç kesmezler. Yeniden ise başladıklarında ağaçlara dua ederler. Onların özellikle tek ağaçları kutsadıklarını görmekteyiz.

“Dede Korkut hikayelerinde dağ, su, ağaç kültü açık olarak göze çarpmakta.  Dirse Han oğlu Boğaç Hikayesinde anası oğlunun başına gelen felaketi dağ ruhundan bilmiş olacak ki “otların bitmesin, suların akmasın, geyiklerin taşa dönsün” diye dağa sesleniyor.

Dede Korkut hikâyesinde kâfirler Uruz'u asmak için bir ağacın dibine götürürler. Uruz Bey aman isteyip ağaca seslenmiş.

Ağaç ağaç dersem arlanma ağaç!

Mekke ile Medine'nin kapısı ağaç!

Musa Kellimin asası ağaç;

Büyük büyük suların köprüsü ağaç;

Kara kara denizlerin gemisi ağaç,

Şahı merdan Ali'nin Düldülünün eyeri ağaç;

Er olsun, avrat olsun, korkusu ağaç;

Başını alıp bakacak olsam başsız ağaç;

Dibini alıp bakacak olsam dipsiz ağaç;

Beni sana asarlar taşıma ağaç!

Eğer taşıyacak olursan gençliğim seni tutsun ağaç!

Kara hinli kullarıma buyuraydım,

Seni bölük bölük doğruya idiler ağaç!"

Dede Korkut'un izinin Pir Sultan'da da sürdüğünü görüyoruz. Pir Sultan, ağaca kem gözle bakılmasına dayanamaz. Sarı tamburasının aslının ağaç olduğunu, ağaç derse gönüllenmemesi gerektiğini, zira kırmızı gülün de ağaçtan olduğunu ve Hasan Hüseyin'in beşiğinin de ağaçtan olduğunu ekler:

Ol benim sarı tanburam

Senin aslın ağaçtandır

Ağaç dersem gönüllenme

Kırmızı gül ağaçtandır

Ali Fatma'nın yari

Ali çekti Zülfikar'ı

Düldül atının eğeri

O da yine ağaçtandır

Ali gitti Hakk'a yetti

Zülfikar'ı derya yuttu

Sa'd-i Vakkas bir ok attı

O da yine ağaçtandır

Nurdandır Kabe eşiği

Cihanı tuttu ışığı

Hasan Hüseyin'in beşiği

O da yine ağaçtandır

Yeter Pîr Sultan'ım yeter

Dertlilere derman katar

Türlü türlü meyve biter

O da yine ağaçtandır

Ağaca karşı söylenen bu sözlerde Musa Kellim, Şah-ı Merdan Ali gibi sözler çıkarıldığında, Altaylı Şamanların kutsal ağaçlar için söyledikleri ilahiler karşımıza çıkacaktır.