Önce "terörist kimdir" ve "terör örgütü nedir" diye bir tanımlama konusunda uzlaşmak zorunda dünya. Çünkü, hiç kimse kendisinden gördüğü "isyancı"yı terörist kabul etmiyor. Silahlandırıyor, sırtını sıvazlıyor, öldürmeye ve ölüme gönderiyor. Bu, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana devam eden "asimetrik savaş"ın genel kuralı haline geldi. Artık, ülkeler bir başka ülkenin askerleri tarafından direk işgal edilmiyor. Ya siyasi kadrolar ele geçiriliyor. "Yerli" gözüken ama "sustalı maymun" tarzı kararlar alanlar koltuğa oturtuluyor ve emperyalizmin değirmenine su taşıyan "merkepler" gibi görevlerini yerine getiriyorlar. 

Bir ülkenin yöneticileri eğer "kukla" olmayı reddetme eğilimindeyse, ülke yönetiminin kontol dışına çıkması ihtimali varsa bu sefer "asrın yöntemleri" devreye giriyor: Ekonomik, siyasal ve sosyal istikrarsızlık... 

Terör, bunları sağlamak için en etkin araç. Ülkenin kaynakları, sosyal refahı artırmak yerine, terörle mücadeleye göre planlanıyor. Fabrika yapmak yerine, savunmaya yatırım ön plana çıkıyor. Terörün hakim olduğu bölgelerde topraklar işlenemiyor, işyerleri kapalı kalıyor. Ülke kan kaybederken, üretim de düşüyor.
Buna en iyi örnek, Türkiye'nin PKK'yla 34 yıldır sürdürdüğü savaşı şöyle bir hatırlasın...

Sadece yapılan harcama, bugün devasa boyuta ulaşmış dış borçları bile kapatacak boyutta. Üretim ve enerji kaybını da ekleyince ortaya çıkan rakam, bambaşka bir Türkiye yaratacak kadar büyük.

* * *

Türkiye'nin kanayan yarası teröre, Suriye ve Irak toprakları beşiklik ediyordu. Abdullah Öcalan, yıllarca Suriye'deki terör kamplarında beynini yıkayıp gönderdiği kurbanlarıyla yürüttü Türkiye'ye karşı emperyalist savaşın taşeronluğunu. Kendisini, etnik aidiyete göre tanımlayan insanları tek potada yeniden yoğurdu.Türkiye'nin NATO'ya girişinden itibaren siyasi grupların gündemine gelen "silahlı mücadeleyi" tek seçenek olarak sundu. Suriye, yıllarca kucak açtı Öcalan'a. Şimdi, Öcalan'ı bayraklaştıranlar, Suriye topraklarının bir bölümünü ABD'yle omuz omuza işgal etmiş durumda. Petrol ve gaz yataklarının ABD adına bekçiliğini üstlenmeye gönüllü. Neticede, bir ülkenin resmi güçlerinin dışında oluşmuş "silahlı gruplar" merkezi otoriteyi reddedip kendi otoritesini kuruyor Suriye topraklarında. Tıpkı, Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu illerinde deneyip başaramadığını uyguluyor Suriye'nin kuzeyinden Rakka'ya kadar uzanan bölgede. 

Bu kadar mı Suriye'deki terörist gruplar?

Bir de, sözde PKK'nın savaş verdiği ABD mahsulü IŞİD vardı değil mi? PKK'nın varlığını meşrulaştırmak için bir bölümü "hayalet" olarak bölgede tutulan selefi-tekfirci örgüt... Bitti mi? 

Başka selefi-tekfirci örgütler de var. Bir dönem IŞİD'le ittifaka girmeyi denemiş, ancak kendi otoritelerini kaybetme riskleri doğduğunda vazgeçmiş olanlar... İsimleri değişiyor. Bazen El Nusra oluyor, bazen Ceyş'ül İslam, bazen Ahrar'uş Şam, falan filan... İsim sürekli değişiyor, bazen birleşip başka bir çatıda buluşuyorlar, bazen birbirlerine düşüyorlar falan.

* * *

Bu terörist grupları isimlerinden tanımaya, takip etmeye çalışan yanılır. Zihniyetlerine, sistemlerine, insanları sokmak istedikleri kalıplara bakınca görülüyor gerçek kimlikleri.

Selefi-tekfirci İslâm anlayışı ortak noktaları. İslâm'ın kurallarını kendilerine göre koyuyorlar. O kurallara uymayanları, dinin dışına ihraç ediyorlar. Dinden çıkanı da "kafir" olduğu için "katli vaciptir" fetvasıyla ölüme mahkûm ediyorlar. Boğazını keserek de öldürüyorlar. Kurşuna dizilen de oluyor vakit darsa eğer. 

İslâm dinine göre "sapkın" olarak görülen bu gruplar, her ne hikmetse yine Müslümanlardan destek görüyor. Müslüman ülkelerden destek alıyor. Suudi Arabistan öncülüğündeki Vahhabi çetesi mensubu ülkeler bu gruplara yıllardır destek veriyor. Eski Sovyet ülkelerinden alınan binlerce ton silahı, gemilerle, kargo uçaklarıyla bölgeye ulaştırıyorlar. ABD'nin "derinleri" bir yandan, onların müttefiki Vahhabiler diğer yandan, yıllardır Irak, Suriye ve Libya'yı "kayıt dışı silah cenneti" haline getirdiler. 

"Allahüekber" diye bağırarak saldıranlar, yine "Allahüekber" diye direnenleri, daha kelime-i şehadet getiremeden öldürüyor. Kim katil oluyor, kim şehit oluyor belli değil. Kim din için öldürüyor, kim din için ölüyor bu da belli değil.

Belli olan tek şey var: Uğrunda savaştıkları efendileri, bu savaşları ellerini ovuşturarak izliyor. 

* * *

Sovyet destekli Esad güçleri günlerdir Doğu Guta'yı bombalıyor. Yıllardır El Kaide uzantısı örgütlerin kıskacında yaşayan halkın başına bomba yağıyor. Ölenler arasında teröristler yanında, siviller, çocuklar, yaşlılar da var. Kısaca, terörle mücadele edilirken insanlık öldürülüyor.

Tıpkı, ABD'nin yıllar önce Bağdat'ta, Telafer'de, Necef'te yaptığının bir benzerini yapıyor Rus destekli Esad güçleri... Önce Rusların, ardından Amerikalıların Afganistan'da yaptığı gibi... Fransız uçaklarının Libya'yı Libyalıların başına yıktığı gibi. Aktörler değişiyor, sonuç değişmiyor. Kendisini "kutsallaştıran" teröristlerin kalkanı daima sivil halk oluyor, çocuklar, kadınlar yaşlılar ölüyor...

Savaş baronları kazanmaya, emperyalistler planlarını uygulamaya devam ediyor. Müslümanın Müslümanı öldürmesi sayesinde başarıyor bunu. Ve en Müslüman geçinenler, hatta Müslümanların liderliğine soyunanlar bile bu ölümleri "kutsayarak" yollarına devam ediyor.

Huzur-u muhakemede herkesin hesap vereceğini yok sayarak hem de... Yazık, çok yazık.