İnsanoğlu yaradılışından bu yana, ruh dünyalarını, gönül bahçelerinin seslerini yürek yangınlarını, yaşam biçimini, gelenek ve göreneklerini, sevinçlerini, acılarını ve inançlarını müzikal seslerle dile getirmişler.

Dilden dile, telden tele dünlerden bugünlere getirmişler. Bugünlerden yarınlara da ulaştırmaktalar. İnsanoğlu aynı zamanda bazı hastalıkları dahi müzikle tedavi edecek kadar “müzik ruhun gıdasıdır” sözünü doğrulamışlar.

Musikimizin inanç dünyamızla ilgili bölümünü Müzikologlar Tasavvuf Musikisini “Tekke” ve “Cami” musikisi olarak iki grupta inceliyorlar. Cami Musikisi nedir? Bu sorunun yanıtını şöyle verebiliriz: Câmilerde Allah’ın buyruklarını yerine getirdiğimiz sırada namazın içinde veya dışındaki ritüeller ve duâların okunması sırasında müezzin, imam ve bâzen de cemâatin katılımıyla yapılan, “Ezan”, “Salâ”, “Kaamet”, “Tesbihat”, “Mihrabiye”, “Cumhur Müezzinliği”, “Temcid”, “Münacaat” ve “Tervih tertibi”, “Salât- ü Selâm”, “İlâhî”, “Kaside”, “Naat”, “Mevlid” ve Miraciye “ benzeri formlarının hepsine camii musıkisi demekteyiz. Bunların temcid, ilahi, naat gibi bazıları tekke musikisinde de yer almaktadır. Cami musikisinde kesinlikle çalgı aleti kullanılmaz. Tekkelerde ise enstrüman eşliğinde yapılır. Bir önemli farkın daha altını çizmek gerekir: Camilerde yapılan icralarda musiki amaç değil araç iken, tekke icralarında musikinin amaçtır.

Tasavvuf, Tanrı evren ve insan ilişkisini bir bütünlük içinde açıklamaya çalışan insanın ilâhi erdemlere benzemesini amaçlayan dinî ve felsefi düşüncedir.

Tasavvuf müziği de, Tasavvuf felsefesine uygun olarak, eğlendirmek için değil, insanın Allah’a olan kulluğunun farkına varmasını sağlamak için yapılan bir müzik türüdür. Açıkçası, dini duyguların seslendirilmesidir. Bir tarafta Mevlevi, Bektaşi, Celveti, Gülşeni, Halveti, Kadiri, Nakşi benzeri bir çok tarikatların müziği Itri, Dede Efendi, Osman Dede, Ahmet Ağa ve onlarcasının bestelediği Mevlevi ayinleri, dini peşrevler, ilahiler, naatlar, mersiyeler, Bektaşi nefesleri, duraklar ve tevşihlerdir (bestelenmiş naat-ı şerifler) diğer tarafta Hoca Ahmed Yesevi, Yunus, Hüseyin Gedai, Alvarlı Efe Hazretleri gibi gönül ve irfan ehli olanların şiirlerinden halkın havalandırdığı ilahi ezgiler. İlahi türküler.
 Sufî Türküleri...

“Seyreyle güzel kudreti Mevla neler eyler Allah’sığın adl-i Teala neler eyler... Alvarlı Efe Hazretleri olarak da bilinen Hace Muhammed Lutfi’böyle diyor. Güzel olan yüceler yücesi Mevla’nın kendisi. Dinlerken, Allah’a sığındığınızı hissediyorsunuz, sizin ruh derinliğinizi şefkatlı kollarıyla sarıp sarmalıyor.

Bir başka ilâhi musiki sizin gönül telinizden yansıyor:

“Ol periveş dilberi dildarı gördüm ben bugün
Tatlı dilde zülkerem hünkarı gördüm ben bugün...”
Gönüller fetheden periler gibi güzel, dildâr yani
gönül alan sevgili kim olsa gerekir? Tatlı dilde, yani
tatlı gönlünüzde “Zülkerem hünkar” dır.
Zül Celali vel İkram olan Allah’tır. Zülkerem Allah’ın sıfatlarındandır.

Yunus Emre’nin sesi bir ilahî musikiyle kalbimize akarken bizleri bir başka mana derinliğine götürüyor:

“Evvel benem ahir benem
Canlara can olan benem
Azıp yolda kalmışlara
Hazır medet eden benem”

Anlaşılmayacak bir şey yok. Hiç bir şey yok iken Allah vardı ve her şey yok olduktan sonra Allah yine var olacak. Daha da açmak isterseniz “O’dur Evvel, her şeyden önce, başlangıcı yoktur ve her şeyin ilkidir. Çünkü varlıkların hepsinin başlangıcı ve hepsini ortaya çıkarandır. Ve son, hepsinin yok olmasından sonra O, kalıcıdır ” O’nun zâtından başka her şey helak olacaktır... “ (Kasas,88), ” Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak, ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak . “ (Rahmân, 26,27) O, hepsinden evvel olduğu gibi, hepsinin gayesi ve varlığın sonudur. O’nun için ne yalnız Evvel ve de yalnız Ahir diye hükmetmemeli, ” Evvel ve Ahir “ demelidir.

Sufi türkülerde âşık ile maşuk birlik denizinde hem hal olurlar. Onlar, yüce Yaratıcı’yı bilme ve bulmayolundaki araçlardır.