Bugün Bulgaristan'da parlamento seçimleri yapılacak. Ülke nüfusunun yüzde 8'ini geçen Türkler de, parlamentoyu şekillendirecek tablo için sandık başında olacak. Türkiye'den giden seçmenler için birkaç gündür Kapıkule ve Dereköy'ün Bulgaristan tarafında barikatlar örülüyor, gösteriler yapılıyor, ırkçı sloganlar atılıyor. Bulgar devleti "aktivist" diyerek bu gösterilere toleranslı davranıyor. Bir anlamda teşvik de ediyor gösterileri.

Oylarını Bulgaristan'da kullanmak, aynı zamanda köyüyle, köydeşleriyle, orada kalan akrabalarıyla hasret gidermek isteyenler, Kapıkule'den otobüslerden inip yürüyerek geçmeye çalıştılar sınırı. Tıpkı 1989 yılında olduğu gibi bir manzara oluştu.

Bulgar askerlerinin süngülerinin gölgesinde, Türkiye'ye doğru yürüyorlardı o zaman. Ellerinde birkaç valiz, yaşlı, çocuk kilometrelerce yürüyerek ulaşmışlardı ana vatana. Sınırı geçen toprağı öpüyor, gözyaşları sel oluyordu.

* * *

Bulgaristan'la Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti arasında Türk nüfusu ilgilendiren antlaşmalar var. Bugün üzerinde durulmayan, unutulmaya terk edilmiş fakat halen geçerliliğini yürüten antlaşmalar.

Türk azınlığın korunması konusunda 1919 yılında imzalanan Neuilly Barış Antlaşması, herşeyden önce eğitim sahasında önemli kazanımlar sağlamıştır. Devletin Türk okullarına destek vermesi sağlanmış, böylece Türk okullarının sayısı artmıştır. Bulgar istatistiklerine göre 1921/22 ders yılında Türk okullarının sayısı 1712'ye çıkmıştır. 1919'da bir Devlet Türk Öğretmen Okulu (Dar'ul-Muallim'in) ve 1922 yılında da dinî içerikli eğitim veren bir "Nüvvab" okulu açılmıştır. Şumnu'daki Nüvvab Medresesi hem Osmanlı döneminde, hem de Cumhuriyet döneminde örnek bir modelle eğitim vermiştir. Cumhuriyet'in "tek adam dönemi" olarak anılan  "Milli şef İnönü" yıllarındaki din eğitimiyle ilgili yasakları bile anlamsız kılabilecek bir modeldi Nüvvab Medresesi. Bir başka yazımızda anlatırız.

Bir de Ankara Antlaşması vardır ki, orada Türkler için otonomi hakkı bile kayıt altındadır. Ancak hiç bir zaman Türkler otonomi, yani özerklik veya bölücü taleplerde olmamıştır.

* * *

Bulgaristan'da Türkler hep "potansiyel tehlike" görülmüş, her dönemde devlet politikaları buna göre şekillenmiştir. Türklerin Almanya sayesinde Bulgaristan'la müttefik olduğu dönemde bile değişmemiştir bu politikalar. Alman işgalinde de, sonrasındaki Sovyet hakimiyetinde de Türkler hep "yok edilmesi gereken" nüfus olmuştur.

Duvarların yıkılıp, soğuk savaşın sona ermesi de bu politikaları etkilememiştir.

Bugün, Bulgaristan'a oy kullanmaya gidenler, işte o dönemde kendilerine zorla Bulgar ismi verilmesini kabul etmeyenlerdir. Dedesinin kulağına okuduğu ezanla birlikte koyduğu "İrfan" adının "İvan"a çevrilmesine direnenlerdir...

Bugün, o insanların önüne kurulan barikatlar da, yıllardır izlenen yanlış politikaların, hatta politikasızlığın sonucudur.

Türkiye'ye gelen yaklaşık 300 bin "çifte vatandaş" ile, geride kalan milyonu aşkın Türk için, hiç bir zaman isabetli politikalar izlenmemiştir. Bulgaristan'daki Türk azınlıkla ilgili ne zaman bir cümle kuran olsa "kafatasçılık" gibi bir suçlamayla karşılaşmıştır.

* * *

Bugün yaşanan sıkıntıların altında, 1992 yılından bu yana izlenen yanlış politikalar yatmaktadır. Naim Süleymanoğlu ile Halil Mutlu'nun halterde kazandığı şampiyonlukların onda biri kadar ilgi gösterilmemiştir Bulgaristan Türkleri'ne.

Zorunlu göçle İstanbul ve Bursa'ya gelerek belli ilçelerde toplu yerleşime geçen "muhacirler", siyasetçiler tarafından daima "potansiyel arka bahçe" olarak görülmüştür. CHP, "Nasıl olsa Atatürkçü bir kesim ve bize oy verirler" denilerek kenarda tutulmuş, sağ partiler tarafından ise "manevi yönleri zayıf" görülerek dışlanmışlardır.

Devletin, sivil toplum örgütleri aracılığıyla Bulgaristan'daki Türkler ve buradaki çifte vatandaşlar için projeler geliştirmesi, aksi taktirde "kültürel dejenerasyon"un hızlanmasıyla yakın gelecekte Bulgaristan'da Türkler'den söz etmenin tehlikeli hale geleceğini uzun uzun "karar alıcı" noktadakilere de anlattık yıllar önce.

En son 2009 yılında Mehmet Müezzinoğlu'na, "Hak ve Özgürlükler Hareketi, Türkiye'nin tüm politikasını belirliyor. Ama onlar Bulgaristan derin devletinin Türklerin başına koyduğu çobanlar. Müslüman Türklerin asimilasyon süreci devam ediyor, acilen hamleler yapılmalı" diye uzun uzun anlatmıştım. Ramazan ayı olduğu için Müezzinoğlu, "Daha uzun konuşuruz" diyerek konuyu kapatmıştı.

2007 ve 2008 yılında da bakanlar düzeyinde, bakan danışmanları düzeyinde de girişimlerimiz oldu. Ama o dönem, Bulgaristan Türkleri'nin eğitim dahil her türlü varlığının Fethullah Gülen cemaatine teslim edildiği dönemdi. Karşımıza FETÖ'nün ördüğü duvarı aşamadık ve tamamen bu çalışmaların dışında kaldık.

Şimdi soru şudur: Hak ve Özgürlükler Hareketi'nin, o dönemlerde Türkiye'ye eğitim için seçip gönderdiği ve Fethullahçı teşkilatın elinde şekillenerek Bulgaristan'a dönen gençler, bugün hangi partilerde milletvekili adayı gösterilmiştir? Türkiye'nin parasıyla kimler Bulgaristan'da Türklerin ve Türkiye'nin köşeye sıkışması için çaba harcıyor?

Sahi, FETÖ'nün Balkanlardaki örgütlenmesi ne durumda?