Daussıla'ya kimileri insanın doğup büyüdüğü yerlere duyduğu özlemin hastalık haline gelmesi, diyorlar. Kimileri, "bir süre ayrı kaldığı evini, yurdunu görmeye gitmek" diye tanımlıyor ve "Ara sıra memlekete, sılaya gitmek lazım," diye görüş bildiriyorlar. Sözün özü, Daussıla, gurbette kalanın ayrı kaldığı yurduna, yakınlarına kavuşmasıdır. Karacaoğlan ne güzel söylemiş: "Bakarım bakarım sılam görünmez / Ara yerde yıkılası dağlar var" Günümüzde dağları elbette mecazi anlamda düşünmek gerekir. Yoksa üzerinden aşımlaşacak dağ yok. 
"Daussıla"yla ilgili ilk karşılaştığım şiir Süleyman Nazif'indi: 

"Bu şeb de cûşiş-i yâdınla ağladım durdum...
Gel ey kerîme-i târîh olan güzel yurdum,"  beyitiyle başlayan şiiri şu beyitlerle bitiyordu: 
"Garîbiyim bu yerin şevki yok, harâreti yok;
Doğan, batan güneşin günlerimle nisbeti yok.

Olunca yâdıma hasret-fiken fezâ-yı vatan,
Semâ-yı şarkı suâl eylerim bulutlardan."

İnsan yaşlanınca doğup büyüdüğü topraklara bir başka özlem duyuyor. Ömrümün bir döneminde aklıma bile getirmediğim Sivas özlemi, son yıllarda hastalık haline geldi. İşte Daussıla bu olsa gerek. Fırsatlar yaratıp, birkaç günlüğüne de olsa Gemerek Şarkışla'dan başlayıp, Koyulhisar'dan çıkana kadar Gürün'ü, Kangal'ı, Divriği'yi, Ulaş'ı, Zara'yı Yıldızeli'ni, İmranlı'yı, Doğanşar'ı, Gölova'yı, Akıncılar'ı, Suşehri'ni gezmeyi adeta iman tazelimeyi arzuluyorum. 
Geçtiğimiz yıllarda bir fırsat çıkmıştı. Sivas Platformu'nun temin ettiği otobüsle Sivas'ın ilçelerini dolaşabilmiştim. Sevgili gönül dostum Ozan İsa Koç'un destanını da yanıma almıştım. Her gittiğimiz yerde bu destan'dan ilgili bölümü okudum. 
Size bu destandan üç beş kıta aktarmadan önce, birkaç cümle ile İsa Koç'tan söz edeyim: İsa Koç, 1947 yılında İmranlı'nın Karaboğaz köyünde doğdu. On yaşında İstanbul'a geldi. 1965 yılında eşi Fikrîye Hanım'a sevdalandığından beri ozanlığın gül dikenli yollarında geziyor. Beş evlat yetiştirdi ki, bunlardan Ahmet, Ali ve Cansu konservatuardan mezun oldu. Evlatlarının her biri Türk Halk Müziği alanında önde gelen sanatçıları oldu. İsa, ozanlığının yanında saz yapımı ve saz dersleri ile meşgul oluyor. Şiirlerinin ağırlıklı temasını memleket, gurbet ve aşk oluşturuyor. Gelelim Sivas Destanı'na:

"Elâ gözlüm bize yolun düşerse
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı
O yüce dağlardan yolun aşarsa
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı

Yıldız dağlarından Seyfe belinden
Yaman ozan çıkar Sivas elinden
Baba Veysel yurdu Sivrialan'dan
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı

Eksik olmaz Kösedağ'ın dumanı
Coşar Kızılırmak vermez amanı
Kuzular meleşir yayla zamanı
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı

Sorarsan aslımı acep nereli
Köyüm Karaboğaz anam Zaralı
Muzaffer Sarısözen de oralı
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı

Meşhur olur şu Gürün'ün elması
Baraj oldu Suşehri'nin ovası
Dile destan Eğriçimen yaylası
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı

Gemerek'le Hafik'ten hiç geçtin mi
Paşa Pınarı'ndan bir su içtin mi
Yeşil Doğanşar'da çayır biçtin mi
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı

Zara derler Kösedağ'ın eteği 
Divriği'dir aşıkların otağı
Dünya'da ün yapmış Kangal köpeği
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı

Bizde misafir ol Hakk'ı seversen
Sana saz çalarım eğer dinlersen
Misafirperveriz hele bir görsen
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı

Ozan İsa Koç'um günahkâr kulum
Sivas vilayetim İmranlı elim
Ulu ozanlardan geçiyor yolum
Gel de seyran eyle bizim Sivas'ı